OY VERECEĞİNİZ ADAYLARI TANIYOR MUSUNUZ?

İletişim tarihi boyunca medyanın rolüne ilişkin inançlar “çok etkili” olduğundan, “daha az etkili” olduğuna inanan görüşlere doğru bir değişim içerisinde olmuşsa da özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası ve propaganda döneminde yapılan araştırmaların kimi bulguları hala geçerliliğini korumakta ve tartışılmaktadır.



Seçimlere bir ay gibi bir zaman kaldı. Peki, genel seçimlerde oy vereceğiniz adayları ne kadar tanıyorsunuz? Onlar hakkında neler söyleyebilirsiniz? Örneğin kaçı ile birlikte yemek yediniz ya da kaçıyla aynı mecliste bulundunuz? Hiç el sıkıştığınız oldu mu ya da uzaktan gözlerinizle gördüğünüz? Bilemiyorum… Peki, hayatınızda bir kez bile görmediğiniz birisi hakkında nasıl oluyor da bu kadar “kesin” yargılara sahip olabiliyoruz? Hiç düşündünüz mü?

MEDYA TANIŞIKLIĞI

Benim açımdan yanıt basit: Medya tanışıklığı sayesinde. Medyada görmediğiniz ve hiç tanımadığınız birisi hakkında “nasıl bilirsiniz” diye sorulduğunda bir şey söyleyemezsiniz ama hiç tanışmayıp medyada gördükleriniz hakkında belki de bolca konuşabilirsiniz. Hatta “40 yıllık tanıdık” gibi ondan söz edebilirsiniz. Aradaki tek fark ise büyük ölçüde medya tanışıklığına dayanmaktadır.

Belki kesinlikle “ne konuşacağımızı” değil ama “ne hakkında konuşacağımızı” bizlere söyleyen medya, bunu yaparken aynı zamanda kişi ve olaylara ilişkin zihnimizdeki görüntülerin şekillenmesinde etkili olmaktadır.
Özellikle, hayatımızda bir kez bile yüz yüze gelmediğimiz siyasal adaylar hakkında medyadan öğrendiklerimizle tanış olmakta, onların neler yapıp neler yapmadıkları hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olduğumuzu düşünebilmekteyiz.

Bugüne dek siyasal iletişim araştırmalarında belirli bir siyasal ideolojiye inanmaya zorlanma, oy verme, kültürel beğenileri değiştirme ya da bıraktırma, önyargıları azaltma ya da artırma gibi farklı alanlarda çalışmalar yapılmış ve bunlarda medyanın rolüne ilişkin kimi ipuçları elde edilmiştir.

İletişim tarihi boyunca medyanın rolüne ilişkin inançlar “çok etkili” olduğundan, “daha az etkili” olduğuna inanan görüşlere doğru bir değişim içerisinde olmuşsa da özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası ve propaganda döneminde yapılan araştırmaların kimi bulguları hala geçerliliğini korumakta ve tartışılmaktadır.

PROPAGANDA TEKNİKLERİ

İnsan etkinliğini değiştirme amaçlı propaganda; rakip ya da düşmana karşı nefret uyandırmak, müttefiklerle dostluğu korumak, tarafsızlarla dostluğu korumak ve eğer mümkünse işbirliği yapmak ve rakip ya da düşmanların moralini bozmak amacıyla uygulanan kimi tekniklerle gerçekleştirilmektedir.

Halen de bu tekniklerin özellikle pazarlama ve siyasal iletişim alanında yaygın bir şekilde kullanıldığını söylemek mümkündür. Kimi olay ya da kişilere yönelik “ad takma”, onaylatmak için tercih edilen “gösterişli genelleme”, “hayranlık uyandırma”, “transfer”, ünlü birilerinin tanıklığı, herkesin yaptığını söyleyen “trene bindirme” gibi teknikler en yaygın kullanılanlar arasındadır.

Özellikle seçim dönemlerindeki propaganda amaçlı “kamuoyu araştırmaları” adeta şunu söylemektedir: “Bak, herkes bu partiye oy veriyor. Halkın seçimi bu partiden yana. Sen de açıkta kalma. Bu giden trene bin. Sürüden ayrılma. Herkesin oy verdiği yere oy ver.”

KİMİ SONUÇLAR VE İPUÇLARI

Ancak propaganda karşısında herkes aynı duyarlılığa sahip değildir. Kişilerin eğitim seviyesi, söz konusu konuya yönelik önceki tutumları, medya etkilerine maruz kalma durumları gibi halen de araştırma konusu olan kimi değişkenler sonucu etkiler.

Bazı laboratuar çalışmalarının bulguları ise çarpıcıdır. Örneğin ikna edici iletişimin kişilerin var olan fikirlerini değiştirmekten çok, genellikle desteklediği bulunmuştur. Kişilerin davranışlarının psikolojik gereksinimlerle yönlendirildiği de bir başka bulgudur. Buna bağlı olarak kişiler az ceza ve en çok ödül veren davranışları yaymaktadır. Bulgulara göre ödül alan davranışlar tekrar edilmektedir. Ancak benzer durumda ödül birden azalırsa kızgınlık, merak ve tepki doğmaktadır. Ödül azalırsa, kişiler öteki ödüller için alternatif davranışa yönelmektedir. 40 yıl sırtınızda taşıyıp bir gün indirdiğinizde yaşadığınız manzara belki de budur…

Kimi zaman da ikna aracı olarak korku kullanılır. İletişim korku vermeye dayandığında, duygusal gerginlik çıkarmadaki etkisi iletinin kaynağı, açıklığı ve izleyicinin önceki iletişim deneyimine bağlıdır. Aşırı korku uyandıran iletişim, aşırı korku uyandırmayana göre daha az etkilidir. Ama korku güvenilir bilgi ile verilirse etkisi artabilir. Örneğin diş çürükleri ile ilgili reklâmlarda bu durum test edilmektedir. Aşırı korku ürünü sattırmakta daha ayarında verilen korkuya göre daha az iş yapmaktadır. Siyasal iletişim alanında da korku çekiciliğine dayalı benzer ikna edici iletişim teknikleri kullanılmaktadır.

Bir başka bulguya göre, var olan gereksinimleri gidermeye yönelik ikna, yeni gereksinim yaratmayı amaçlayanlara göre daha başarılıdır. O halde toplumun ihtiyaçlarına yönelik ikna edici iletişim daha başarılı olacağı söylenebilir.

SONUÇ ÇIKARTMAK

Özellikle televizyon programlarında kullanılan bir teknik ise “sonuç çıkarma” olarak bilinir. Önce bir tartışma ortamı hazırlanır. Taraflar farklı düşünceler ortaya koyar. Ancak sonunda sunucu tartışmanın “sonucunu” ilan eder. Bu sonuç aslında ikna edici iletişimin vermek istediği mesajdır.

Genel olarak tartışmadan sonuç çıkarma ve bu sonucu açıkça sunma, izleyicinin kendi sonuçlarını çıkarmasını beklemekten daha etkilidir. Başka bir deyişle sonucu açıkça belirten ikna edici iletişim daha etkilidir.
Karşıt görüşü verme de aslında kullanılan başka bir tekniktir. Önceden planlanmış iki yanlı sunuş her zaman tek yanlı sunuştan daha etkilidir. Böylece farklı görüşler de var ama “bu görüş” diğerinden daha “değerli” ya da “iyi” denilir. Deterjan ve margarin gibi kimi ürünlerin reklamlarında bu tür tekniklerin kullanıldığını hatırlayacaksınız…

Bir mesajın tekrarlanması da iknayı kolaylaştırır. O yüzden aynı reklamı televizyonlarda defalarca izleriz. Ancak kimi durumlarda tek bir izlemenin daha etkili olduğu da bilinmektedir.

“Katılmasan da gel” fikri ise aktif katılımın ikna edeci gücüne işaret eder. Buna göre aktif katılım ile üretilen “görüş değişiminin miktarı” doyumun ölçüsü ile değil, katılımın ölçüyle değişir. Başka bir deyişle katılım, ikna edici etkiye sahiptir. Örneğin çeşitli toplantılara katılım bu yönde değerlendirilebilir.

KAYNAĞIN GÜVENİLİRLİĞİ

Sonuçta ise izleyenlerin kaynak hakkındaki, yani yayın organı ya da habere kaynaklık eden kişi ya da kurumlar hakkındaki düşüncesi iletişimin yorumuna ve ikna ediciliğine etki eder. Güvenilir kaynak, daha ikna edici etkiye sahiptir.

Peki, hangi kitle iletişim aracı diğerine göre insanları ikna etmede daha üstündür? Eski araştırma bulgularına göre hiçbir iletişim aracı yüz yüze iletişimin sağladığı ikna edici başarıyı göstermede yeterli değildir.
Kişisel ilişki radyodan, radyo ise gazetelerden daha etkili görülmektedir. Televizyon ve film, kişisel ilişki ile radyo arasında bir yerde kabul edilmektedir. Kısa dönemli etki için genellikle televizyon, ancak daha uzun dönemli etki için ise gazeteler tercih edilmektedir.

O halde seçim kampanyalarında yüz yüze iletişime önem verenler ve kampanyalarını medya desteği ile birlikte yürütenler ikna edici iletişimde çok daha başarılı olabilirler. Çünkü medyadan gelen mesajlar bireyler arası konuşmalara dönüştüğünde ikna oranı artmaktadır.

Ülkemizde siyasal iletişimin yukarıda altı çizilen belli başlı noktalarına ilişkin toplumumuz ve kültürümüz özelinde yapılmış çalışmalara büyük bir ihtiyaç var. Özellikle medya takibi ya da medyanın etkilerine maruz kalma derecesi anlamındaki veriler, medyanın ikna edici rolünün ölçülerek sorgulanması gerektiğini ortaya koyuyor. Siyasal partilerin seçim kampanyası stratejileri; özellikle yüz yüze iletişim ve medya kullanım dereceleri ile seçimlerden aldıkları oy oranları arasında anlamlı bir ilişki olduğunu düşüncesine ben de katılıyorum.


Ne dersiniz, televizyondan gördüğünüz ve tanıdığınıza mı; yoksa el sıkıp, tanışıp, gözünüzle gördüğünüze mi daha çok inanıyorsunuz? Siz kime ya da neye oy veriyorsunuz? Belki bir kez daha düşünmelisiniz.

22.06.2007