MUSTAFA’NIN HİKÂYESİ…

Çocuktu, büyüdü. Okula gitti. Bir yıl Kur’an Kursu’nda okudu. İmam Hatip Lisesi’ni bitirdi. Üniversite birinci sınıfa kadar, yani dört yıl öncesine kadar evlerine televizyon girmemişti. Üniversitede, ‘Radyo ve Televizyon’ eğitimi aldı. Bir tek kamerayla; hani o düğün salonlarında gördüklerinizden bir kamerayla, kurgu seti olmadan tek başına bir belgesel film çekti. Ödül aldı. Sonra başka ödüller geldi...

Şimdi İletişim Fakültesi’nden mezun olmaya hazırlanıyor. Aynı zamanda bir televizyon kanalında altı ayrı programın da yönetmenliğini yapıyor. Ailesi ise artık onu uydu anteni ile izliyor. Bu yazıda size öğrencilerimden birinin, Mustafa Aslan’ın hikâyesini anlatacağım…

HAFIZLIKTAN RADYOCULUĞA…

Mustafa 1983 yılında İstanbul’da iki odalı bir evde, evin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelir. Aslen Sinoplu bir elektrik ustası olan babasının Kur’an-ı Kerim hafızlığı da vardır ve 1982 yılında kazandığı sınavın ardından “elektrikçi dükkânını” kapatarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kadrosunda din görevlisi yani imam olarak hizmet vermeye başlar. Annesi ise “kendisini bildi bileli” ev hanımıdır.

Mustafa, ilkokulu üç farklı okulda tamamlar. Yatılı Kur’an Kursu’nda ‘orta halli’ bir öğrencidir. Ardından İmam Hatip Lisesi’ni gitmek ister, ancak ‘yoğun talep’ nedeniyle bir yıl Vatan Ortaokulu’na devam eder. Sonra ‘fark derslerini’ de vererek Gaziosmanpaşa İmam Hatip Lisesi’ne kayıt yaptırır.

“Başarılı” bir öğrencilik hayatı yaşar. Okulun “Olgun Başak” isimli dergisinde çalışır. Edebiyat hocasından çok etkilenir. Onu örnek alır. Resmi törenlerde şiir okur, sunuculuk yapar. 2000 yılında Gaziosmanpaşa Belediyesi’nin düzenlediği Necip Fazıl Kısakürek Şiirlerini Güzel Okuma Yarışması’nda birincilik alır. Ondan sonra da adı “belgeli sunucuya” çıkar. İlçede düzenlenen resmi törenlerde şiirler okumaya başlar. Bu arada ilk kez radyo ile tanışır. Arkadaşlarının aracılığıyla yerel bir radyoda mikrofon karşısına çıkar. Kısa süre sonra teknik masanın da başına geçer ve tek başına radyo programları yapar.

“BENİM İÇİN HER ŞEY RADYOYDU…”

Öğrencilik hayatı boyunca okulda arkadaşları bazen “Akşamki filmi izledin mi?” diye sorduklarında Mustafa hep şu yanıtı verir: “Bizim evde televizyon yok!” Buna şaşıran arkadaşları “Televizyonsuz nasıl dayanıyorsun? Hiç canın sıkılmıyor mu?” diye sorarlar. Mustafa “hayır” yanıtını verse de kimseyi ikna edemez.

“Ben aslında arkadaşlarımın bakışlarına inanamıyordum. Sanki hayatımda çok önemli bir şey eksikmiş gibi bakıyorlardı bana. Hayatımda hiç televizyon olmadığı için onun eksikliğini de hissetmiyordum” der. Ancak komşulara gittiklerinde televizyonun başından ayrılmadığını da itiraf eder.

“Komşularımıza televizyon izlemeye gitmeyi çok isterdik. Gittiğimizde de televizyonun başından kalkmazdık. Reklâmları bile izlemek isterdik. Bu davranışımız arkadaşlarımızı çok sıkardı. Özellikle misafir olarak bir yere gittiğimizde babamlar haberleri izlerdi. O yıllarda haberler çok uzun sürüyordu veya bize o dakikalar saat gibi gelirdi. Çünkü haberler bittiğinde biz istediğimiz filmi izleyebilirdik...”

Evde televizyon olmamasını ‘inançlara mı, maddi imkânsızlıklara mı bağlıyorsun?’ sorusuna ‘daha çok maddi imkânsızlıklara’ yanıtını verir. Radyoya ise ayrı bir tutku ile bağlı olduğunu ifade eder…

“Televizyon yoktu ama evimizin en önemli köşesinde radyo vardı. Sabahtan açılan radyo, gece yatana dek susmazdı. Tıpkı televizyondaki gibi hangi saatte hangi istasyonda ne program varsa bilirdik. Haftanın her akşamı radyo skeçlerini mutlaka dinlerdik. Kaçırdığımız olursa, gece yapılan tekrarlarını dinlerdik. Kardeşlerimle birlikte uykudan uyanıp dinlediğimiz bölümleri bile hatırlıyorum. Kendi aramızda haftaya ne olacak diye fikirler yürütürdük. Çalıkuşu’nu Yaprak Dökümü’nü radyodan dinledim. Daha sonra radyodan dinlediğim kimi eserlerin kitaplarını okuduğumda ya da filmini izlediğimde hayal kırıklığına uğradığımı da hatırlıyorum. Çünkü ben o skeçleri dinlerken, gözlerimi kapatıp hayal ediyordum. Kafamda bir dünya yaratıyor, seslendirmelere göre karakterler oluşturuyordum. Şimdi ise o karakterleri televizyonda göremeyince o diziden, o filmden soğuyorum. Benim özlemim radyoydu. Kendimi ifade edebileceğim bir yerdi orası. Radyo benim için; milyonlara aynı anda ulaşabilmenin tek yoluydu.”

MOSKOVA’DA EDEBİYAT HAYALİ

Lise son sınıfta Mustafa, “ne olacağım” telaşı içinde radyoculuğa heveslenir. “İnsanlara mikrofondan seslenmek büyülü bir şey” diye düşünür. Üniversiteye giriş sınavından ise ‘beklediği gibi’ eli boş döner. Ailesi, hafızlığı bitirip dershaneye başlayan ağabeyi gibi dershaneye gitmesi için baskı yapsa da o radyoculuk hevesinden vazgeçemez. “İlk hedefim İstanbul dışına gitmek ve yeni bir hayat kurmaktı” diye anlatır o günleri.
‘Üniversite hayaliyle’ yaptığı araştırmalar ona Moskova’da bir devlet üniversitesinin yolunu açar. Evrakları tamamlar, kayıt bürosuna gider. Ancak babası ‘pek ısınamadığı için’ Edebiyat öğreniminden vazgeçer. Bunun üzerine ‘B Planı’ yürürlüğe girer: Kuzey Kıbrıs üniversiteleri…

Bu kez neredeyse tüm akrabalarını ikna etmek zorunda kaldığı bir süreç başlar. Her fırsatı dener. Sonunda uzun tartışmaların ardından, aile bütçesi zorlanarak yüzde 50 burslu olarak Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi’nin iki yıllık Radyo ve Televizyon Programcılığı Bölümü’ne kayıt yaptırır ve ‘Kıbrıs macerası’ başlar…

KIBRIS MACERASI…

Bir yıl sonra Mustafa, İngilizce Hazırlık Okulu’nu başarıyla tamamlar. Aynı yaz, Mustafa’nın İstanbul’daki ailesi yeni yaptırdıkları daha büyük bir eve taşınır. Eve de ‘ilk kez’ büyük ölçüde ilkokula başlayan küçük kardeşlerinin baskısıyla bir televizyon alınır.

Bölümdeki derslerine başladığında Televizyonculuğa Giriş dersinde Yard. Doç. Dr. Halim Esen ile tanışır. Derste işlediği konulardan kendi deyimiyle adeta büyülenir. Bir gün hoca, “çekmek istediğiniz bir proje varsa getirin çekelim” diye konuşur. İmkânların sınırlılığından söz edenlere de “Bir proje için her şeyden önce kâğıt ve kalem lazım. Senaryonuzu yazın, getirin. İsteyene kâğıt ve kalem verebilirim” der. Mustafa bu sözü aklından çıkarmaz.

Halim hoca Mustafa’ya, Lefkoşa’daki Büyük Han’ın belgeselini çekmesini önerir. İki ay kadar incelemeler yapılır. Metin hazırlanır. Kamerayı, tripodu ve iki spot ışığı sırtlanarak, Kıbrıs’ın yaz sıcağında, asfalt yola yumurta kırıldığında piştiği günlerde, Mustafa yollara düşer. Yüreğindeki heyecan, alnındaki terden daha baskın gelir. Sabırla ilerleyen günlerde bir yerel televizyon kanalından montaj için yardım istenir. Montaj çalışmaları ‘günlerce ve sabahın ilk ışıklarına kadar’ devam eder.

2003 yılı Haziran ayında Mustafa’nın ‘olanaksızlıklar içinde hazırladığı’ ilk belgeseli tamamlanır. ‘İlk çocuğum’ der Mustafa ona. Adını “Osmanlı’dan Ayak İzleri” koyar. Filmi, bütün kısa film ve belgesel yarışmalarına gönderir. Hepsinde de ön elemeyi geçerek yarışmaya hak kazanır.

Mustafa’nın ikinci belgeseli Kıbrıs Türk Gölge Oyunu ustası Mehmet Ertuğ’un hayatını filme almak olur. “Kaybolan Gölgeler” isimli bir belgesel çeker. Türkiye’de ve yurt dışında birçok festivale katılır ve ön elemeleri geçer. Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin 4. Kısa-ca Film Festivali’nde Süha Arın Özel Ödülü’nü kazanır. Ancak ödül törenine bir televizyon kanalında (Avrasya TV) çalışmaya başladığı için gidemez. Ödülü Halim hocası ona getirir.

HABER ÖDÜLÜ

Bu arada İletişim Fakültesi Gazetecilik Kulübü’nün başkanlığını yürütür Mustafa. Kulüp adına bir gazete çıkarır. 2003-2004 öğretim yılında üniversite rektörlüğü gazetenin Gazetecilik Bölümü tarafından çıkarılmasını uygun bulur. Aynı öğretim yılı, benim de misafir öğretim üyesi olarak Gazetecilik Bölüm Başkanlığı’nı yürüttüğüm yıldır.

Kısa sürede çalışkanlığı ile dikkati çeken Mustafa, Gazete’ye “Neyi Niyet Neye Kısmet” isimli bir haber yazar. 16. Aydın Doğan Vakfı Genç İletişimciler Yarışması’na gönderilen haber, “En iyi üçüncü haber” ödülünü alır. Haber, Rumlardan kalma eski bir binanın her türlü imkânla denenmesine karşın bir türlü yıkılamamasını anlatır. Bu başlık bir anlamda da Mustafa’nın hayatını yorumlar gibidir…

2004 yılında iki yıllık Radyo ve Televizyon Programcılığı’ndan mezun olan Mustafa, lisansını tamamlamak için tekrar üniversiteye giriş sınavına girer ve aynı üniversitenin İletişim Fakültesi Radyo ve Televizyon Bölümü’ne yine burslu olarak kaydını yaptırır.

Aynı yılın yaz aylarında Mustafa, çalıştığı televizyon kanalında “Sevgili Komşum” isimli dizi filmin çekim ekibine katılır. Sonra, Mevlevi Müzesi’ni konu alan bir belgesele başlar. “Bir Tekke, Bin Öğüt” isimli belgeselle yine yarışmalara katılır. Ardından Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği’nin desteğiyle Gazi Üniversitesi’nin yürüttüğü Antik Kent Salamis kazılarını anlatan başka bir belgeselin çekim ekibine yardımcı yönetmen olarak katılır. 2006 yılı Nisan ayında Lefke’yi anlatan bir belgesel daha çeker.

ABD’YE YOLCULUK

Üniversite yaşamına başladığından beri yaz tatili yapamayan Mustafa, 2006 yılı yazında ‘Work and Travel’ programıyla Amerika Birleşik Devletleri’nin Virginia eyaletine gider. Bir ay kadar bir ‘fast food’ salonunda halkla ilişkiler alanında staj yapar. Fakültedeki ‘zorunlu staj’ dersini tamamlar. Ardından New Jersey’de benzin istasyonunda ve nargile salonunda çalışarak para kazanır.

Döner dönmez kendisini başka bir projenin içinde bulur. “Acı Telvenin Az Şekerli Hatıraları” adlı belgeselde yardımcı yönetmenlik yapar. 2007 yılı başlarında, KKTC’nin En İyi Televizyon Programı ödülleri dağıtılır. Mustafa’nın yapımcı ve yönetmeni olduğu “Akdeniz’in İncisi Kuzey Kıbrıs” programı “En İyi Kültür Sanat Programı” ödülünü alır.

Televizyonu olmayan bir evden çıkıp, üniversitede Radyo ve Televizyon öğrenimi gören, şimdilerde ise birçok televizyon yapımına imza atan ve ödüller alan Mustafa, evdeki son durumu ise şöyle anlatır: “Yakın zaman önce babam eve uydu anteni aldı. Fakat onların asıl istediği beni kamera önünde görmek. Zaman zaman programlarıma kendim de çıkıyorum ve o zaman evdekilere haber veriyorum. Beni izliyorlar. Çok mutlu oluyorlar.”

Halen İstanbul’da imamlık yapan Hasan Aslan ve ev hanımı Meryem Aslan çiftinin yedi çocuğundan biri olan Mustafa şu günlerde Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo ve Televizyon Bölümü son sınıf öğrencisi. Kalan iki dersini de verdiğinde mezun olacak. Aynı zamanda, Avrasya Radyo ve Televizyon Kurumu’nda yönetmen olarak çalışıyor. Denktaş’ın Gündemi, Politik Açı, Akdeniz’in İncisi Kuzey Kıbrıs, Mehmet Ertuğ ile Geçmişten Günümüze ve Futbol Avrasya adlı programlarda görev yapıyor. Daha birçok belgesel filmin de hazırlıklarını sürdürüyor, notlarını almaya devam ediyor.


Bu yazıya gelince… Aslında bu da bir belgeselin ilk metni. Yani Halim Esen ile birlikte çekmeyi planladığımız Mustafa’nın hikâyesinin…


21.08.2007