Önceki
yazıda iletişim fakültesi öğrencilerinin radyo, televizyon, gazete gibi yayın
organlarında yani sektörde çalışıp çalışmamalarının sağlayacağı avantaj ve
dezavantajları sıralamaya çalışmıştım. Bu yazımda ise sektörde çalışma
konusuna çeşitli şartlar bağlamında yaklaşan görüşleri sizlerle paylaşmak
istiyorum.
İletişim fakültesi
öğrencilerinin sektörde çalışmalarını belirli şartlara bağlayan ya da kimi
koşullarda “olabileceğini” ifade edenler, birbirinden farklı görüşlere
sahiptir. Bu görüşler, herhangi bir öncelik sıralaması olmaksızın şöyle
sıralanabilir:
“SON SINIFTA OLABİLİR”
Görüşlerden ilkine göre;
öğrenciler fakülteden aldıkları eğitimin önemli bir bölümünü ilk üç yılda
tamamlamakta ve son sınıfa geldiklerinde genellikle uygulama ağırlıklı
derslere yönelmektedir. Dolayısıyla son sınıf; yani dördüncü sınıf, sektörde
çalışmaya ve iş aramaya uygun bir ortam sağlamaktadır. Hatta öğrenciler
dilerlerse, üçüncü sınıfın yazında staj yapabilir ve ondan sonra da belki bu
işte devam edebilirler. Böyle yaparlarsa hem derslerini önemli ölçüde
aksatmamış olurlar, hem de fakülte ile piyasa arasındaki ayrımı daha bilinçli
bir şekilde götürebilirler. Ayrıca para da kazanırlar, iş sahibi de olurlar.
Kısacası, öğrenciler son sınıftan itibaren öğrencilikleri sırasında piyasada
çalışmaya başlayabilirler. Ancak daha erken başlamamalıdırlar.
“YEREL MEDYA OLMAZ”
Bir başka görüş, öğrencilerin
öğrencilikleri sırasında çalışacağı yeri sorgulamaktadır. Bu görüşe göre
yerel medya kuruluşlarında çalışmak öğrencilere bir şey kazandırmaz; hatta
yerel medyanın sorunları başlarına daha büyük dertler açar. Meslekten bile
soğuyabilirler. Yalan, yanlış işler öğrenirler ve bu yanlışları bir daha
düzeltemeyebilirler. Ancak bölgesel ve yaygın medya kuruluşlarında; yani
büyük medyada çalışmak öğrencilere daha çok şey katabilir. Kısacası, yerel
medyada çalışmaya “hayır” ama büyük medyada çalışmaya “evet” denilebilir.
“ÖĞRENCİ ÇALIŞTIRMAK
YASAKLANABİLİR”
Başka bir görüşe göre de
iletişim sektöründe genel olarak çeşitli düzenlemelere ihtiyaç vardır. Hiçbir
öğrenciye “çalışma” denilemez. Ancak üniversite mezunlarının “iş bulma
korkusu” daha öğrencilik yıllarında öğrencileri yıpratan bir stres
kaynağıdır. Her ne kadar Tıp Fakültesi, Hukuk Fakültesi gibi çeşitli
fakültelerin öğrencileri mezun olmadan kendi alanlarında çalışamasa da
iletişim sektörü böyle bir alan değildir. İletişim sektörü, iş gücü
potansiyeli olarak diğer tüm kaynaklardan beslenmektedir. Tıpçı da, Hukukçu
da iletişim sektörüne girebilmektedir. Oysa iletişim fakültesi bitirildiğinde
herhangi bir “atanma” da söz konusu değildir. Dolayısıyla iletişim fakültesi
öğrencileri bir an önce “tutunma” telaşı içinde, birbirleriyle yarışa
girmektedir. Bu nedenle iletişim sektörüne ya da medya sistemine ilişkin iş
yaşamı anlamında bir takım düzenlemelere ihtiyaç vardır. Örneğin stajlar
dışında medya sektöründe “öğrenci çalıştırmak yasaklanırsa” bu bir katkı
sağlayabilir. Medya kuruluşlarına belirli sayıda iletişim fakültesi mezunu
çalıştırma şartı getirilirse, staj dışında öğrenci çalıştırmak tamamen
yasaklanırsa bunlar da olumlu katkılar sağlayabilir. Kısacası, iletişim
sektöründe çalışma koşullarına ilişkin olarak iletişim fakülteleri lehine bir
takım düzenlemelere gidilmelidir. Bu yapılmadığı takdirde hiçbir öğrenciye
“çalışma” denilemez.
“FAKÜLTE Mİ, YÜKSEK OKUL MU?”
Konuya bir de iletişim
fakültelerinde verilen eğitimi sorgulayan görüşler bağlamında bakmakta da
yarar vardır. Örneğin, öğrencilerin öğrenim hayatları sırasında sektörde
çalışıp çalışmamaları sorusu, doğrudan iletişim fakültelerinde verilen eğitim
ve bu eğitimin hedef ya da işlevleriyle yakından ilişkilidir. Bu bağlamda da
öncelikle şu soru yanıtlanmalıdır: “İletişim fakülteleri, öğrencilerine
meslek ya da bir iş kazandırmak için mi; yoksa iletişim kültürünü kazandırmak
için mi var?”
Konuya bu soru çerçevesinde
yaklaşan görüşe göre, “üniversiteye bir şeyler öğrenilmek için gidilmeli;
diploma almak, iş bulmak için değil”. İletişim fakülteleri de bu anlamda
eğitim-öğretim imkânlarını ve çıtasını yükseltmelidir. Piyasa odaklı iletişim
eğitimi gerçek yaşamda sektörün gelişmesinin önündeki en önemli engellerden
birisidir. “Doğrunun” eğitiminin yapılmadığı bir yerde, piyasa odaklı eğitim,
yanlışın yeniden üretimi ve tekrarıdır. Medya sektörüne kameraman lazımsa,
bunun meslek yüksekokuluna ihtiyaç vardır. İletişim fakültesinin işlevi
kameraman yetiştirmek, muhabir yetiştirmek olmamalıdır. Eleştirel gözle
bakabilen, sorgulayabilen, anlayabilen, farklı bir bakış ve duruş
sergileyebilen, aydın, çağdaş, bilgi birikimine sahip, kültürlü, görgülü
iletişim bilimciler yetiştirebilmektir. Kısacası, iletişim fakültelerinin
işlevleri yeniden tanımlanmalı ve öğrencilerin sektörde çalışması konusu bu
bağlamda değerlendirilmelidir.
“DİPLOMA ODAKLI
OLUNMAMALIDIR”
Benzer görüşleri paylaşan ve
sektörde çalışmaya pek de olumlu bakmayanların bir tespiti de şudur: Piyasa
odaklı, yalnızca diploma verilen eğitim anlayışında fakülte düzeyinde ve
istenilen nitelikte bir eğitim kalitesi beklemek mümkün değildir. Piyasada
çalışmak bu anlamda olumlu karşılanamaz. Piyasa odaklı, yalnızca sınavlara
giren ve diploma almak dışında bir amacı bulunmayan öğrenciler, diplomayı da
anlamsız hale getirecektir. Sonuçta da bu şekilde bir sistem oluştuğunda
diploma sahibi iletişim öğrencileri iş bulamaz hale gelecektir. Dolayısıyla
öğrenciler diploma odaklı ya da piyasa odaklı olmamalıdır. İletişim
fakültelerinden alacağı eğitime odaklanmalıdır. Piyasa odaklı olmak için
iletişim fakültesinde öğrenim görmeye gerek de yoktur. Öğrenci liseden mezun
olduktan sonra doğrudan piyasada çalışabilir. Bu anlamda öğrenciler de kendi
rotalarını doğru tespit etmeli ve ona göre davranmalıdırlar.
İLETİŞİM FAKÜLTELERİNİN HEPSİ
AYNI DEĞİL Kİ…
“Peki, iletişim
fakültelerinde verilen eğitimin belirli bir çizgisi var mı? Bu fakültelerin
hepsinde üst seviyede bir eğitim kalitesinden söz edilebilir mi? Fakülteler
arasında fark yok mu?” Bu sorular gündeme geldiğinde ise öğrencilerin
sektörde çalışıp çalışmama sorusuna farklı bir açıdan yaklaşmak
gerekmektedir. İletişim fakültelerin verilen eğitim ve öğrencilere sunulan
olanaklar…
Bu tartışmaya göre, sayıları
30’u bulan iletişim fakültelerinin her birinde verilen eğitimin nitelik
açısından birbirine yakın olduğunu söylemek zordur. Kimi iletişim
fakültelerinde sağlanan pratik ya da uygulamalı ders olanakları diğer
iletişim fakültelerinde sağlanan imkânlar gibi gelişmiş değildir. Örneğin
bilgisayar ya da fotoğraf makinesi sayısı, kamera ve stüdyo olanakları, radyo
ve yayın olanakları birbirinden oldukça farklıdır. Tek bir fotoğraf
makinesinin bulunduğu, karanlık odanın bulunmadığı iletişim fakülteleri
mevcuttur. Bunun yanında en son teknolojik imkânların kullanıldığı, en
gelişmiş makinelere sahip ve bunları öğrencilere oldukça rahat ve yeterli bir
biçimde sunan fakülteler de vardır.
O nedenle, bu imkânların hiç
olmadığı ya da çok alt düzeyde olduğu kimi fakültelerde öğrencilerin; örneğin
gidip bir kamerayı bir televizyon kuruluşunda görmesi, ilk fotoğraf makinesi
bir gazetede eline alması şüphesiz dikkatle üzerinde durulması gereken bir
eğitim-öğretim açığına işaret etmektedir. Bu da öğrencilerin sektörde çalışıp
çalışmaması sorusundan çok daha öte; eğitimin niteliği ve kalitesi ile ilgili
tartışmaları zorunlu hale getirmektedir.
Öğretim elemanı açığı
anlamında da konuya yaklaşıldığında benzer bir manzara ile
karşılaşılmaktadır. Bütün iletişim fakültelerindeki öğretim elemanı sayısı ve
bunların akademik seviyeleri en üst düzeydedir denilemez. Dolayısıyla
sektörde çalışmak; kimi fakülteler açısından konuya yaklaşıldığında, diğer
fakültelere göre daha fazla “avantaj sağlamaktadır” gibi görünmektedir.
VERİ YETERSİZLİĞİ
Sonuçta bu tartışmalar daha
ne kadar uzarsa uzasın, daha başka unsurlar da eklensin önemli bir eksik,
sağlıklı ve yeterli veri birikiminin olmamasıdır. Medya sektörünün iş gücü
arz ve talebi, iletişim fakültelerinde verilen eğitimin niteliği ve
mezunlarının durumuna düzenli elde edilen verilerden söz edilememektedir.
Dolayısıyla, iletişim fakültesi öğrencilerinin sektörde çalışıp çalışmamaları
sorusu da bu nedenle, nitelikli veriden yoksun tartışmalarla ya da çeşitli
öngörülerle yanıtlanmaya çalışılmaktadır. Oysa iletişim fakültelerinde
verilen eğitimin hedefleri ortaya konularak, gerekli veriler üretilerek,
düzenli değerlendirmeler yapılarak bu noktaya gelmiş olsak, bu tartışmaların
hiç birine belki de gerek olmayacaktır.
Öte yandan iletişim
öğrencilerinin sektörde çalışıp çalışmama sorusunu iletişim fakültelerinin
kendi iç sorunuymuş gibi algılamamak da doğrudur. Bir kısım görüşlere göre bu
soruyu öğrenci seçme sınavı ile iletişim fakültelerine gelen öğrencilerde;
dolayısıyla eğitim sisteminde ve öğrencilerin niteliğinde, daha da ötede
ülkenin iş ve çalışma yaşamında ve oradan da ideolojik tercihlerinde ele
almak ve yanıtlamaya çalışmak da mümkündür. Çünkü bütün bu unsurlar,
öğrencilerin sektörde çalışıp çalışmamalarına ilişkin bir görüşü de içinde
barındırmaktadır. Kısacası, soruyu, eğitim sistemine ve oradan da ideolojik
tercihlere dek geniş bir yelpazeye yayarak yanıtlamak da olasıdır.
BENİM ÖNERİM…
Benim önerimin ne olduğuna
gelince… Ben de öğrencilik hayatım boyunca yani fakültede öğrenim gördüğüm
dört yıl boyunca Eskişehir’deki yerel gazete, radyo ve haber ajanslarında
çeşitli düzeylerde görevler yaptım. İlk maaşımdan, ilk fotoğraf makinemin
parası kesildi ve bir fotoğraf makinesi sahibi oldum. Fakülteyi bitirdiğimde
ise gazetecilik kadrosunda sigortalı olarak çalışıyordum.
Öte yandan fakültedeki
derslerimi hiçbir şekilde aksatmadım ve bölümünü birinci olarak bitirdim.
Daha sonra da yüksek lisansa devam ettim ve araştırma görevlisi olarak
çalışmaya başladım. Çalıştığım fakültelerin kitap, gazete, dergi, radyo ve
televizyonlarında görevler aldım. Hala da bu tür görevlerim devam ediyor.
Yaklaşık iki yıldır Anadolu
Üniversitesi’nin haftalık kurum içi iletişim gazetesi Anadolu Haber’in yazı
işleri müdürlüğü görevini yürütüyorum. Gazetemizin kadrosundaki arkadaşlar,
aynı zamanda Anadolu Üniversitesi’nin öğrencileri. Derslerinden arta kalan
zamanlarda muhabirlik ve sayfa tasarımı alanlarında çalışıyorlar. Emeklerinin
maddi karşılığını da alıyorlar.
Haftalık sekiz sayfalık
tabloid bir gazetede çalışmak sanıyorum onlar için önemli bir pratik ve
laboratuar imkanı sağlıyor. Çünkü 10 yıldır yayınlanmakta olan gazetede
çalışmış ve bugün sektörde iyi yerlerde olan mezunlarımız bulunuyor.
Sonuç olarak bu iki yazıda
sıraladığım iletişim fakültesi öğrencilerinin öğrenim hayatları sırasında
herhangi bir kuruluşta çalışıp çalışmamasına ilişkin değerlendirmeler;
çeşitli nedenlerle duyduğum, düşündüğüm, sorduğum ve tartıştığım belli başlı
noktaları ortaya koyuyor. Olumlu ya da olumsuz, her iki tarafta da hak
verdiğim ya da vermediğim görüşler bulunuyor. O nedenle bu konuda ne
yapacağına karar verememiş öğrencilere, farklı görüşleri bir arada sunmanın,
dolayısıyla bu yazıların yol gösterebileceğini ve belirli noktaları ile
rehberlik edebileceğini düşünüyorum.
Kişisel olarak, ben de “şart”
öne sürenlerdenim. Ancak benim şartım, öğrencinin bilinçli olmasından yana.
“Bilinçli” öğrencinin hem fakülteden, hem de sektörden alabileceği çok şey
olduğuna inanıyorum. Bunların planlamasını da; yani ne zaman, neyi, nasıl
yapacağını da, tüm şartları önüne koyarak, öğrencinin kendisinin yapması
gerektiği kanaatindeyim. Pascal’ın önemli bir sözünü de hatırlatarak bu
yazıyı noktalamak istiyorum: Hayatta her seçiş, bir vazgeçiştir.
-------------------------------
18.12.2007
http://www.dorduncukuvvetmedya.com/dkm/article.php?sid=9829
|