İLETİŞİM ÖĞRENCİLERİ SEKTÖRDE ÇALIŞMALI MI? (2)


Önceki yazıda iletişim fakültesi öğrencilerinin radyo, televizyon, gazete gibi yayın organlarında yani sektörde çalışıp çalışmamalarının sağlayacağı avantaj ve dezavantajları sıralamaya çalışmıştım. Bu yazımda ise sektörde çalışma konusuna çeşitli şartlar bağlamında yaklaşan görüşleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

İletişim fakültesi öğrencilerinin sektörde çalışmalarını belirli şartlara bağlayan ya da kimi koşullarda “olabileceğini” ifade edenler, birbirinden farklı görüşlere sahiptir. Bu görüşler, herhangi bir öncelik sıralaması olmaksızın şöyle sıralanabilir:

“SON SINIFTA OLABİLİR”
Görüşlerden ilkine göre; öğrenciler fakülteden aldıkları eğitimin önemli bir bölümünü ilk üç yılda tamamlamakta ve son sınıfa geldiklerinde genellikle uygulama ağırlıklı derslere yönelmektedir. Dolayısıyla son sınıf; yani dördüncü sınıf, sektörde çalışmaya ve iş aramaya uygun bir ortam sağlamaktadır. Hatta öğrenciler dilerlerse, üçüncü sınıfın yazında staj yapabilir ve ondan sonra da belki bu işte devam edebilirler. Böyle yaparlarsa hem derslerini önemli ölçüde aksatmamış olurlar, hem de fakülte ile piyasa arasındaki ayrımı daha bilinçli bir şekilde götürebilirler. Ayrıca para da kazanırlar, iş sahibi de olurlar. Kısacası, öğrenciler son sınıftan itibaren öğrencilikleri sırasında piyasada çalışmaya başlayabilirler. Ancak daha erken başlamamalıdırlar.

“YEREL MEDYA OLMAZ”
Bir başka görüş, öğrencilerin öğrencilikleri sırasında çalışacağı yeri sorgulamaktadır. Bu görüşe göre yerel medya kuruluşlarında çalışmak öğrencilere bir şey kazandırmaz; hatta yerel medyanın sorunları başlarına daha büyük dertler açar. Meslekten bile soğuyabilirler. Yalan, yanlış işler öğrenirler ve bu yanlışları bir daha düzeltemeyebilirler. Ancak bölgesel ve yaygın medya kuruluşlarında; yani büyük medyada çalışmak öğrencilere daha çok şey katabilir. Kısacası, yerel medyada çalışmaya “hayır” ama büyük medyada çalışmaya “evet” denilebilir.

“ÖĞRENCİ ÇALIŞTIRMAK YASAKLANABİLİR”
Başka bir görüşe göre de iletişim sektöründe genel olarak çeşitli düzenlemelere ihtiyaç vardır. Hiçbir öğrenciye “çalışma” denilemez. Ancak üniversite mezunlarının “iş bulma korkusu” daha öğrencilik yıllarında öğrencileri yıpratan bir stres kaynağıdır. Her ne kadar Tıp Fakültesi, Hukuk Fakültesi gibi çeşitli fakültelerin öğrencileri mezun olmadan kendi alanlarında çalışamasa da iletişim sektörü böyle bir alan değildir. İletişim sektörü, iş gücü potansiyeli olarak diğer tüm kaynaklardan beslenmektedir. Tıpçı da, Hukukçu da iletişim sektörüne girebilmektedir. Oysa iletişim fakültesi bitirildiğinde herhangi bir “atanma” da söz konusu değildir. Dolayısıyla iletişim fakültesi öğrencileri bir an önce “tutunma” telaşı içinde, birbirleriyle yarışa girmektedir. Bu nedenle iletişim sektörüne ya da medya sistemine ilişkin iş yaşamı anlamında bir takım düzenlemelere ihtiyaç vardır. Örneğin stajlar dışında medya sektöründe “öğrenci çalıştırmak yasaklanırsa” bu bir katkı sağlayabilir. Medya kuruluşlarına belirli sayıda iletişim fakültesi mezunu çalıştırma şartı getirilirse, staj dışında öğrenci çalıştırmak tamamen yasaklanırsa bunlar da olumlu katkılar sağlayabilir. Kısacası, iletişim sektöründe çalışma koşullarına ilişkin olarak iletişim fakülteleri lehine bir takım düzenlemelere gidilmelidir. Bu yapılmadığı takdirde hiçbir öğrenciye “çalışma” denilemez.

“FAKÜLTE Mİ, YÜKSEK OKUL MU?”
Konuya bir de iletişim fakültelerinde verilen eğitimi sorgulayan görüşler bağlamında bakmakta da yarar vardır. Örneğin, öğrencilerin öğrenim hayatları sırasında sektörde çalışıp çalışmamaları sorusu, doğrudan iletişim fakültelerinde verilen eğitim ve bu eğitimin hedef ya da işlevleriyle yakından ilişkilidir. Bu bağlamda da öncelikle şu soru yanıtlanmalıdır: “İletişim fakülteleri, öğrencilerine meslek ya da bir iş kazandırmak için mi; yoksa iletişim kültürünü kazandırmak için mi var?”
Konuya bu soru çerçevesinde yaklaşan görüşe göre, “üniversiteye bir şeyler öğrenilmek için gidilmeli; diploma almak, iş bulmak için değil”. İletişim fakülteleri de bu anlamda eğitim-öğretim imkânlarını ve çıtasını yükseltmelidir. Piyasa odaklı iletişim eğitimi gerçek yaşamda sektörün gelişmesinin önündeki en önemli engellerden birisidir. “Doğrunun” eğitiminin yapılmadığı bir yerde, piyasa odaklı eğitim, yanlışın yeniden üretimi ve tekrarıdır. Medya sektörüne kameraman lazımsa, bunun meslek yüksekokuluna ihtiyaç vardır. İletişim fakültesinin işlevi kameraman yetiştirmek, muhabir yetiştirmek olmamalıdır. Eleştirel gözle bakabilen, sorgulayabilen, anlayabilen, farklı bir bakış ve duruş sergileyebilen, aydın, çağdaş, bilgi birikimine sahip, kültürlü, görgülü iletişim bilimciler yetiştirebilmektir. Kısacası, iletişim fakültelerinin işlevleri yeniden tanımlanmalı ve öğrencilerin sektörde çalışması konusu bu bağlamda değerlendirilmelidir.

“DİPLOMA ODAKLI OLUNMAMALIDIR”
Benzer görüşleri paylaşan ve sektörde çalışmaya pek de olumlu bakmayanların bir tespiti de şudur: Piyasa odaklı, yalnızca diploma verilen eğitim anlayışında fakülte düzeyinde ve istenilen nitelikte bir eğitim kalitesi beklemek mümkün değildir. Piyasada çalışmak bu anlamda olumlu karşılanamaz. Piyasa odaklı, yalnızca sınavlara giren ve diploma almak dışında bir amacı bulunmayan öğrenciler, diplomayı da anlamsız hale getirecektir. Sonuçta da bu şekilde bir sistem oluştuğunda diploma sahibi iletişim öğrencileri iş bulamaz hale gelecektir. Dolayısıyla öğrenciler diploma odaklı ya da piyasa odaklı olmamalıdır. İletişim fakültelerinden alacağı eğitime odaklanmalıdır. Piyasa odaklı olmak için iletişim fakültesinde öğrenim görmeye gerek de yoktur. Öğrenci liseden mezun olduktan sonra doğrudan piyasada çalışabilir. Bu anlamda öğrenciler de kendi rotalarını doğru tespit etmeli ve ona göre davranmalıdırlar.

İLETİŞİM FAKÜLTELERİNİN HEPSİ AYNI DEĞİL Kİ…
“Peki, iletişim fakültelerinde verilen eğitimin belirli bir çizgisi var mı? Bu fakültelerin hepsinde üst seviyede bir eğitim kalitesinden söz edilebilir mi? Fakülteler arasında fark yok mu?” Bu sorular gündeme geldiğinde ise öğrencilerin sektörde çalışıp çalışmama sorusuna farklı bir açıdan yaklaşmak gerekmektedir. İletişim fakültelerin verilen eğitim ve öğrencilere sunulan olanaklar…
Bu tartışmaya göre, sayıları 30’u bulan iletişim fakültelerinin her birinde verilen eğitimin nitelik açısından birbirine yakın olduğunu söylemek zordur. Kimi iletişim fakültelerinde sağlanan pratik ya da uygulamalı ders olanakları diğer iletişim fakültelerinde sağlanan imkânlar gibi gelişmiş değildir. Örneğin bilgisayar ya da fotoğraf makinesi sayısı, kamera ve stüdyo olanakları, radyo ve yayın olanakları birbirinden oldukça farklıdır. Tek bir fotoğraf makinesinin bulunduğu, karanlık odanın bulunmadığı iletişim fakülteleri mevcuttur. Bunun yanında en son teknolojik imkânların kullanıldığı, en gelişmiş makinelere sahip ve bunları öğrencilere oldukça rahat ve yeterli bir biçimde sunan fakülteler de vardır.

O nedenle, bu imkânların hiç olmadığı ya da çok alt düzeyde olduğu kimi fakültelerde öğrencilerin; örneğin gidip bir kamerayı bir televizyon kuruluşunda görmesi, ilk fotoğraf makinesi bir gazetede eline alması şüphesiz dikkatle üzerinde durulması gereken bir eğitim-öğretim açığına işaret etmektedir. Bu da öğrencilerin sektörde çalışıp çalışmaması sorusundan çok daha öte; eğitimin niteliği ve kalitesi ile ilgili tartışmaları zorunlu hale getirmektedir.
Öğretim elemanı açığı anlamında da konuya yaklaşıldığında benzer bir manzara ile karşılaşılmaktadır. Bütün iletişim fakültelerindeki öğretim elemanı sayısı ve bunların akademik seviyeleri en üst düzeydedir denilemez. Dolayısıyla sektörde çalışmak; kimi fakülteler açısından konuya yaklaşıldığında, diğer fakültelere göre daha fazla “avantaj sağlamaktadır” gibi görünmektedir.

VERİ YETERSİZLİĞİ
Sonuçta bu tartışmalar daha ne kadar uzarsa uzasın, daha başka unsurlar da eklensin önemli bir eksik, sağlıklı ve yeterli veri birikiminin olmamasıdır. Medya sektörünün iş gücü arz ve talebi, iletişim fakültelerinde verilen eğitimin niteliği ve mezunlarının durumuna düzenli elde edilen verilerden söz edilememektedir. Dolayısıyla, iletişim fakültesi öğrencilerinin sektörde çalışıp çalışmamaları sorusu da bu nedenle, nitelikli veriden yoksun tartışmalarla ya da çeşitli öngörülerle yanıtlanmaya çalışılmaktadır. Oysa iletişim fakültelerinde verilen eğitimin hedefleri ortaya konularak, gerekli veriler üretilerek, düzenli değerlendirmeler yapılarak bu noktaya gelmiş olsak, bu tartışmaların hiç birine belki de gerek olmayacaktır.
Öte yandan iletişim öğrencilerinin sektörde çalışıp çalışmama sorusunu iletişim fakültelerinin kendi iç sorunuymuş gibi algılamamak da doğrudur. Bir kısım görüşlere göre bu soruyu öğrenci seçme sınavı ile iletişim fakültelerine gelen öğrencilerde; dolayısıyla eğitim sisteminde ve öğrencilerin niteliğinde, daha da ötede ülkenin iş ve çalışma yaşamında ve oradan da ideolojik tercihlerinde ele almak ve yanıtlamaya çalışmak da mümkündür. Çünkü bütün bu unsurlar, öğrencilerin sektörde çalışıp çalışmamalarına ilişkin bir görüşü de içinde barındırmaktadır. Kısacası, soruyu, eğitim sistemine ve oradan da ideolojik tercihlere dek geniş bir yelpazeye yayarak yanıtlamak da olasıdır.

BENİM ÖNERİM…
Benim önerimin ne olduğuna gelince… Ben de öğrencilik hayatım boyunca yani fakültede öğrenim gördüğüm dört yıl boyunca Eskişehir’deki yerel gazete, radyo ve haber ajanslarında çeşitli düzeylerde görevler yaptım. İlk maaşımdan, ilk fotoğraf makinemin parası kesildi ve bir fotoğraf makinesi sahibi oldum. Fakülteyi bitirdiğimde ise gazetecilik kadrosunda sigortalı olarak çalışıyordum.
Öte yandan fakültedeki derslerimi hiçbir şekilde aksatmadım ve bölümünü birinci olarak bitirdim. Daha sonra da yüksek lisansa devam ettim ve araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladım. Çalıştığım fakültelerin kitap, gazete, dergi, radyo ve televizyonlarında görevler aldım. Hala da bu tür görevlerim devam ediyor.
Yaklaşık iki yıldır Anadolu Üniversitesi’nin haftalık kurum içi iletişim gazetesi Anadolu Haber’in yazı işleri müdürlüğü görevini yürütüyorum. Gazetemizin kadrosundaki arkadaşlar, aynı zamanda Anadolu Üniversitesi’nin öğrencileri. Derslerinden arta kalan zamanlarda muhabirlik ve sayfa tasarımı alanlarında çalışıyorlar. Emeklerinin maddi karşılığını da alıyorlar.
Haftalık sekiz sayfalık tabloid bir gazetede çalışmak sanıyorum onlar için önemli bir pratik ve laboratuar imkanı sağlıyor. Çünkü 10 yıldır yayınlanmakta olan gazetede çalışmış ve bugün sektörde iyi yerlerde olan mezunlarımız bulunuyor.
Sonuç olarak bu iki yazıda sıraladığım iletişim fakültesi öğrencilerinin öğrenim hayatları sırasında herhangi bir kuruluşta çalışıp çalışmamasına ilişkin değerlendirmeler; çeşitli nedenlerle duyduğum, düşündüğüm, sorduğum ve tartıştığım belli başlı noktaları ortaya koyuyor. Olumlu ya da olumsuz, her iki tarafta da hak verdiğim ya da vermediğim görüşler bulunuyor. O nedenle bu konuda ne yapacağına karar verememiş öğrencilere, farklı görüşleri bir arada sunmanın, dolayısıyla bu yazıların yol gösterebileceğini ve belirli noktaları ile rehberlik edebileceğini düşünüyorum.
Kişisel olarak, ben de “şart” öne sürenlerdenim. Ancak benim şartım, öğrencinin bilinçli olmasından yana. “Bilinçli” öğrencinin hem fakülteden, hem de sektörden alabileceği çok şey olduğuna inanıyorum. Bunların planlamasını da; yani ne zaman, neyi, nasıl yapacağını da, tüm şartları önüne koyarak, öğrencinin kendisinin yapması gerektiği kanaatindeyim. Pascal’ın önemli bir sözünü de hatırlatarak bu yazıyı noktalamak istiyorum: Hayatta her seçiş, bir vazgeçiştir.
-------------------------------
18.12.2007
http://www.dorduncukuvvetmedya.com/dkm/article.php?sid=9829