SAĞLIK KONUYU YAYINCILIK İÇİN BİR ÖNERİ: “KÖTÜYLE UĞRAŞMA İYİYİ ALKIŞLA”

Sağlık haberciliğinde yanlışın önüne nasıl geçilebilir? Sağlık programları nasıl denetlenebilir? Medyada sağlık konulu yayıncılık en iyi nasıl yapılabilir? Gözetim ve denetim şart mı? Bu nasıl olacak? Kim, nasıl denetleyecek? Hangi yaptırımlar uygulanacak?

Bu yazıda bu sorulara ilişkin çalışmalardan söz edecek ve konuya alternatif bir bakış açısı sunmaya çalışacağım. Asıl meşgul olunması gereken sorunun ise denetim yerine “daha iyi sağlık haberinin nasıl yazılacağı” olması gerektiğini ortaya koyacağım. Önerim ise bir slogan gibi “kötüyle uğraşma, iyiyi alkışla” olacak.


MECLİS ARAŞTIRMA KOMİSYONU RAPORU

Öncelikle iki önemli çalışmadan söz edeyim. Bunlardan ilki “Sağlık Çalışanlarına Yönelik Artan Şiddet Olaylarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu”.

Söz konusu raporda, adından da anlaşılacağı konuda 66 farklı öneride bulunuyor. Medyaya yönelik öneriler de var. Ancak konumuzla ilgili kısmı 43 nolu öneri. Orada şöyle deniliyor: “Görsel ve yazılı medya; RTÜK başta olmak üzere, ilgili kurumlarca sağlık konusunda çıkan haberlerin doğruluğu ve tarafsızlığı konusunda denetimden geçmelidir.”

İkinci çalışma, benim yürütücülüğünü üstlenmiş olduğum araştırma projesiyle ilgili. Çalışmada medya ve sağlık alanında hizmet veren profesyonellerin konuya ilişkin görüşlerinin bir analizi bulunuyor. 150 kişiyle yapılan görüşmelerde “sağlık konulu yayınları nasıl buldukları” sorulduğunda alınan yanıtlardan yalnızca 5’i “olumlu buluyorum/beğeniyorum” şeklinde. Neredeyse yarısı (%43) ise “Genel olarak olumsuz, beğenmiyorum” diyor.

Çalışmayla ilgilenenler için hemen bir not düşeyim: Raporun özetini içeren kitabımız Check Up Sağlık İletişimi adıyla Literatürk Yayınlarından piyasaya çıkmış durumda…

NE YAPMAK GEREKİR?

Araştırmada medya ve sağlık profesyonellerine “Yanlış olduğunu düşündüğünüz konularda ne yapılması gerektiği kanaatindesiniz?” diye sormuşuz. Yanıtların üçte biri (%33) “Sivil toplum örgütleri aracılığıyla oluşturulacak bir komisyon/kural denetlemeli” şeklinde. Dörtte birden fazlası (%28) ise “(Kurum içinde) sağlık editörü, danışmanı olmalı, özdenetim yapılmalı” diyor. Daha başka yanıtlar da var. Daha doğrusu yanıtlar pek çok görüşü içinde barındırıyor. Örneğin “Sağlık Bakanlığı denetlesin” deniliyor. Diğer belli başlı yanıtlar da şöyle: “Üniversiteler ve akademisyenler denetlemeli, destek olmalı”, “Tabipler Birliği denetlemeli, destek olmalı”, “Meslek örgütleri, derneklerden destek, yardım, fikir alınmalı, meslek kuruluşları denetlemeli”, “Ortak bir denetim komisyonu olmalı.”

Hatta şöyle deniliyor: “Yeni yasa, yönetmelik çıkartılmalı.”, “Men cezası, para cezası verilebilir.”

Bir kişi de gazetecilerin sağlık çalışanları tarafından eğitimden geçirilmesini istiyor.

Bir başka görüş ise bu konunun aslında gazetecinin vicdanına kalmış bir konu olduğunu dile getiriyor.

LİSTE UZAYIP GİDİYOR…

Kısacası medyadaki yayınların; içerik, haber ya da programların bir şekilde “denetlenmesi” ve hatta kimi noktada daha da ileri gidilerek “cezalandırılması” öneriliyor. Ancak çoğunluğun uzlaştığı ya da hem fikir olduğu ortak belirli bir görüşün öne çıkmadığını da belirtmek gerekiyor. Dolayısıyla bir denetim gerekiyor ama bunu kimin nasıl yapacağı konusunda görüşler farklılaşıyor.

Bu sonuçları 2011 yılında İstanbul’da düzenlediğimiz bir çalıştayda masaya yatırdık. “Biz bir şeyler yapalım” görüşünden hareketle sağlık konulu yayınları izlemek üzere bir merkez kurmaya karar verdik. Ancak bu çalışmamız da kimi engellere takıldığı için sonuçlanamadı.

Aslında bu çalışma ve eylemlerden önce de literatürde yer alan kimi çalışmalarda benzer noktalara işaret edildiğinin altını çizerek konuyu özetlemek ve başka bir yöne taşımak istiyorum.

ASIL SORU ŞU: DAHA İYİ SAĞLIK HABERİ NASIL YAZILIR?

Elimde Türkiye’ye ilişkin araştırmamızın verileriyle 2012 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne gittim. Association of Health Care Journalists (Sağlık Habercileri Birliği) tarafından Atlanta’da düzenlenen toplantıda özel bir çalışma grubuna bir sunuş yaptım. Ne yapılması gerektiği noktasındaki soruları onlara da sordum. Onların bu birliği nasıl kurduklarını ve kendi deneyimlerinden hareketle önerilerini dinledim.

Doğrusu Türkiye’de hiç kimsenin dile getirmediği bazı şeyleri söylediler. Ne literatürde, ne de görüştüğümüz kişiler arasında bu yönde bir öneri getiren olmamıştı. İşte o görüşmede “ne yapılmalı” sorusuna yönelik olarak dile getirilen bazı görüşler şöyle:

“Üniversiteler bünyesinde kurulması planlanan bir merkez yerine sağlık gazeteciliği yapan uzman kadroların bir araya gelerek diğerlerine “örnek” oluşturabilecek bağımsız bir grup oluşturulması daha yararlı olacaktır. Gazeteci gazeteciye destek olmalıdır. Böyle olunca daha iyi olur. Sponsorluk da olmamalı. Reklam vereni desteklersen insanların güvenini kaybedersin. Ancak tıp fakülteleri, üniversiteler, vakıflar, devlet ve özel üniversiteler bu bağımsız gruba sponsor olabilir. Yönetimi şefaf olmalı. Endüstrinin ya da lobilerin parası olmamalı. Biz bu konuda çok dikkatliyiz. Bünyemizde özel üyeliğe sahip yazan doktolar var…”

“Önce küçük bir grupla başlanabilir. Birbirine yakın mesafedeki kişiler bir araya gelebilir. Ortak hikâyeler (haberler) yazsınlar. Gazeteciler birbirini geliştirsin… Birine bir şey öğretmek, şunu yap, bunu yapma demek, öğretmenlik yapmak; gazeteciler bunu istemiyor. Gazeteciler bunu sevmez. Ancak beraber olurlarsa, gazeteciler kendi deneyimlerine birbirlerine aktarırlarsa daha iyi. O zaman daha iyi öğrenebilirler.”

“Biz buraya (toplantıya) gelen gazetecilerle konuşuyoruz. Hepsi de gazeteci. 800 kişi olduklarını sanıyorum. Hepsi kendi paraları ile bu eğitimi almak için buraya geldi. Onlara sağlık haberlerinde yardım ediyoruz. Nasıl daha iyi sağlık haberi yazsınlar diye. Siz de bunu yapabilirsiniz. Muhabirin fikri oluyor ama daha iyi nasıl yazabiliriz, burada onu konuşuyoruz. Haberlerini daha akıllı (iyi) metinler haline getiriyoruz.  Modeller öneriyoruz. Bazen (yönlendirici) programlarımız var, onlarla birlikte çalışma yapıyoruz. Haber daha iyi nasıl yazılır onu anlatıyoruz. Açık ol, jargon kullanma, uzatma, anlaşılır ol, doğrulatarak yaz, soru sor; bu kuralları öğretiyoruz. Yazının bir müziği olmalı, eğlencesi olmalı, önemli şeylerin bilgisini vermeli. Bir muhabir kendi kendine sormalı: Benim gibi insanları öldüren şey ne? Kalp hastalığı, yemekler, tarımsal ürünler vs. Bunları bu şekilde haber yapmalı.”

“Asıl soru şu: Daha iyi sağlık haberi nasıl yazılır? Buna odaklanmak gerekiyor. Geçmişe değil geleceğe bakılmalıdır. Geçmişteki (olumsuz) haberlerle değil, yazılacak iyi haberlere odaklanmak gerekmektedir. Hikâyeye sahip olmak da yetmez; daha iyi nasıl yazarım diye sorulmalı.”

“Bizde bir kontrol mekanizması yok. İyi haber her zaman iyidir ve kötü de kötü. İyi haber oldukça kötü haberi itecektir. İnsanlar iyi haberleri okumak ister. İyi haberleri örnek vermek lâzım. Örneğin her haftanın en iyi haberleri seçilerek işe başlanabilir. İnsanlara iyiyi örnek göstermek lâzım, kötüyü değil. Pozitif bakmak lâzım. Kötü haberlerin örnek verildiği toplantılara gazetecileri de dinlemek üzere bulamazsınız. Kimse gelmez.”

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ ANLAYIŞINA DA UYMAZ

Kuramsal açıdan da gazeteciliğin “denetlenmesi” ya da “kontrol” edilmesi bir anlamda “basın özgürlüğü” ve “çağdaş demokrasi ve uygarlık” gelenekleri ile bağdaşmaz. Ancak totaliter ya da otoriter rejimlerde bu tür anlayışların mevcut olduğu görülür. Dolayısıyla çizginin ya da sınırın nereye nasıl çekileceği önemli bir tartışma konusudur. Siyaseten de medyaya bu tür sınırlamalar getirmek başka türlü çekişmeleri ya da kaygıları da beraberinde getirir.

Bütün bu düşüncelerden hareketle bir çıkış yolu ya da yeni bir rota belirlemek adına bir de meseleye bu yeni ya da farklı bir paradigma çerçevesinden bakmanın daha yararlı olabileceğini düşünüyorum. O da şudur:

Medyadaki yanlış ya da kötülerle uğraşmak yerine; ki bunlarla hiç uğraşılmasın demiyorum, aklımızın, düşüncemizin, vaktimizin, paramızın, enerjimizin daha büyük kısmını medya içeriklerinin daha iyi hale getirilmesi için kullanılması ya da harcanmasının daha yararlı, geliştirici ve ufuk açıcı olabileceğini düşünüyorum.

Bir anlamda da bakış açımızı değiştirerek şöyle diyebiliriz:

Kötüyle uğraşmak; onu denetlemeye, düzeltmeye ya da cezalandırmaya çalışmak yerine, enerjimizi daha fazla iyiyle uğraşmak, teşvik etmek, daha iyi hale getirmek, örnek göstererek bu örnekleri çoğaltmak ve bunları özendirmek için harcayabiliriz.

Bu doğrultuda da şöyle diyorum: “Kötüyle uğraşma, iyiyi alkışla!”

Meslek örgütleri acaba bu konuda ne düşünür? Biz akademisyenler olarak ne yapabiliriz? Şimdi bunları konuşalım...

19 Ağustos 2014

Prof. Dr. Erkan Yüksel