YANLIŞ MEDYADA DOĞRUYU ARAMAK…

Günümüzün en kısa sürede etkilere sahip "kitle ikna silahı" televizyondur ve bu araç, ülkemizde "gecekondu" niteliğine sahiptir. Kaba hatlarıyla düşünülecek olursa, gecekondu semtinin kendine özgü kültür ve ahlak yapısı, inanç ve değer yargıları ve diğer özellikleri televizyon yayınları için de genellenebilir. Reyting hazretlerinin kılıcı ile RTÜK'ün sopası arasına sıkışıp kalmış bir yayıncılık anlayışıdır bu…

PROGRAMLARIN BİR ÇOĞU DEVŞİRME…

Birkaç yıl önce yurt dışına çıkan ya da yabancı kanalları izleme fırsatı bulanlar çok iyi bilirler ki, ülkemizde yayınlanan ve reyting alan bir çok programın "orjinali" orada gösterildikten sonra ülkemizde de benzerleri türemiştir. Yalnızca yarışma, show, sohbet ve tartışma programları değil, dizilerin bile "taklitleri" yapılmıştır. Televizyonu icat eden yabancılardır ve belki programların da oradan ithal edilmesi hiç de "olağan dışı" değildir.
Ama yine de her yurt dışına çıkışımda izlediğim televizyon kanalların bakıp, "bu programın Türkiye'de gösterime girmesi şu kadar zaman alır" ya da "daha kısa sürer" ya da "bunu yayınlamak imkansız" diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Örneğin, Türk seyircisinin henüz Jerry Springer'ın programına hazır olduğunu düşünmüyorum. Eş değiştirme, sevgili bulma, kur yapma, aldatan kocasını ya da karısını takip ettirme gibi bizde de reyting yapması muhtemel bir çok program, yurt dışında ilgiyle izleniyor. Televizyon kameraları önünde gerçek mahkemeler kuruluyor, davalar görülüyor, kimi zaman kadın ya da aile programlarında insanlar saç saça, baş başa, kimi zaman üzerlerini parçalayarak kavgalar ediyor, seyirciler kavga edenlere tezahüratta bulunuyor. Ekran görüntüsü buzlanıyor, sözler "bip"leniyor ve belki de kavganın harareti arttıkça, reyting "termometresi" yükseliyor. Cinsellik ve şiddet her zaman, her yerde reyting sağlıyor.

REYTİNG HAZRETLERİNİN KUDRETİ

Televizyon yayıncılığının ön önemli amacı daha fazla reyting kazanmak ve bu sayede ekran başına toplanan seyircileri reklam verenlere pazarlamak ve buradan para kazanmak olunca, bir anlamda her yol "mübah" sayılıyor. Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek duymadan, hazır kalıplar kullanılarak, "devşirme" programlar üretiliyor. Hatta kimi zaman ise bu kalıpların da ötesine geçilerek, o programı "Dünya'da en iyi yapan ve sunan" olarak ödüller bile kazanıldığı oluyor. Ancak şimdilik yine de her türlü program ülkemize getirilmediği için "insaflı" davranıldığını vurgulamak gerekiyor.

Öte yandan devşirme programlar konusunda her zaman Türk seyircisinin bünyesine uyup uymadığı konusunda fazlaca "kafa yorulduğunu" söylemek de mümkün değil. Bu programlarda hangi mesajlar veriliyor, insanlar bu mesajlardan ne anlıyor, hangi duygu, tutum ve bilgi birikimine sahip oluyor, acaba doğru mu yapıyoruz, şöyle yapsak daha iyi mi olur diye düşünülmeden ve belki düşünmeye vakit bile bulamadan, günlük koşturmaca içinde pek çok konu geri planda kalıyor, görmezden geliniyor, unutulup gidiyor.

RTÜK'ÜN SOPASI

Kimi zaman Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nun "sopası" televizyon kanallarının üzerinde sallanıyor. Bu "sopa" doğru mu, yanlış mı, onun üzerinde durmuyorum. Ayrıca tartışılacak bir konu… Ancak, 14 yaşındaki bir çocuk, ailesinin sorunlarını televizyon ekranına taşıdığı için annesini kurşunluyor. RTÜK, o zaman harekete geçiyor.
Sonrasında yaşananlar ve yapılan açıklamalardan neyin nasıl olduğunu anlamak mümkün değil. Kimisi televizyon kanallarını, kimisi program sunucularını, kimisi toplumsal cehaleti suçluyor. Kimin ne dediği, neyi hangi bağlamda söylediği, ne anlatmak istediği anlaşılmıyor, her şey birbirine giriyor. Medya etiğinden, yayıncılık ilkelerinden, doğrulardan, yanlışlardan söz ediliyor. Kimin amacı ne, kim ne yapmaya çalışıyor, bu da bilinmiyor. Kadın programlarının izleyicisi olmadığım için belki anlatılanlar da bana "uzak" geliyor. İşin içinden çıkamıyorum.
Amaç üzüm yemekse, ülkemizde kadın sorunlarını ele almanın, anlatmanın ve bu konuya bir çözüm bulmanın başka başka yöntemleri var. Birçok konuda olduğu gibi devlet yönetimini ve Meclis'i bu konuda harekete geçirmenin zamanı geldi de geçiyor bile…

Amaç bağcı dövmekse, bu program nedeniyle yayına katılanlar, programı sunanlar, yayınlayanlar ve bu işten "ekmek parası" kazananlar, dayak yemiş ya da işlerinden olmuş durumdalar. Öyleyse, kim kazançlı çıktı bu işten?…

Aklıma birkaç yanıt geliyor. Sonra da düşünüyorum, "yakın bir zamanda, belki yeni bir "kıvamla" ya da yeni bir formatla bu programlar, bir şekilde, ekranda olursa şaşırmam" diye aklımdan geçiriyorum. Televole'yi hatırlıyorum. Onun için de çok şey söylenmişti ama "reyting hazretlerin kudreti" sayesinde hala ekranlarda boy gösteriyor.

SONUÇ

Sonuç olarak kamunun frekanslarını işgal ederek, hazine arazisi üzerine inşa edilmiş gecekondular gibi televizyon yayıncılığı yapan televizyon kanallarının "kamu yararı" gibi "ulvi" amaçlar taşımasını beklemenin de bir anlamda gülünç olacağını düşünüyorum. Ülke yönetimine talip olanların da neyi, ne zaman ve nasıl yaptıklarını ya da yapamadıklarını da görüyorum.

Devlet yine de gecekondu mahallerine elektrik ve su götürmüş, yollarını yapmıştır. Televizyon kanalları için de aynı şeyi söylemek mümkündür. Frekans ihalesi yapılmamış televizyon yayınlarına yaptırım uygulanabilmekte, reklamlarından dolayı vergi ödemeleri beklenmektedir.

Daha baştan böylesi bir altyapı sorunu dururken, bunun üstüne inşa edilmiş diğer şeyleri tartışmak ise kanımca, "özü kaçırmak" anlamına gelmektedir. Hal böyle olunca da yanlış medyada, doğruyu aramak, pek de "kolay" bir iş gibi görünmemektedir.

------------------------------------

YANLIŞ MEDYADA DOĞRUYU ARAMAK… 
28.05.2005
http://www.dorduncukuvvetmedya.com/article.php?sid=4588

AYNI YAZI:
1. BÖLÜMÜ, SAKARYA, 12 TEMMUZ 2005, SALI, S.4

2. BÖLÜMÜ, SAKARYA, 13 TEMMUZ 2005, ÇARŞAMBA, S.4