TÜRK BASINI HANGİ KURAMA UYAR?

Sanırım “en çok bilinen” dört basın kuramı Otoriter Kuram, Özgürlükçü Kuram, Sosyal Sorumluluk Kuramı ve Sovyet-Totaliter Kuram’dır. Türk basın tarihine bakıldığında bu dört kurama ilişkin kimi benzetmelerde bulunmak mümkündür. Peki günümüz şartları dikkate alındığında acaba Türk basınını bu kuramlardan hangisine daha yakındır?

“HER YERDEKİ” KİTAP…
Sibert, Peterson ve Schramm’ın 1956 baskılı “Four Theories of the Press” (Basının Dört Kuramı) adlı kitabı, soğuk savaş yıllarında yüzbinlerce basılmış ve dünyanın dört bir yanına dağıtılmıştır. Kitabın orijinal baskılarından birisi benim elimde ve bir diğeri de yakın bir arkadaşımın kütüphanesinde bulunuyor. Eminim ki ülkemizde başka bir çok yerde de bu kitap rafları süslemektedir.

Kitapta genel olarak basına ilişkin yaklaşımlar dört ana başlıkta toplanmaktadır. Bunlardan ilki Otoriter ya da Yetkeci Kuram adını alır. Buna göre Monarşi döneminde, yazının ilk kullanılıdığı dönemde basının mantığı devlete hizmet eden ve iktidarın politikalarını geliştiren, destekleyen bir yöndedir. Özel ya da kamusal bir araç olarak basın organları iktidarın politikalarını ilerleten, destekleyen birer vasıta olarak tanımlanır. Otoriter Kuram, bu durumdaki yayınlara yönelik bir tanımlamadır.

Özgürlükçü ya da Liberal Kuram, basının çoğunlukla özel ellerde olması ile açıklanabilir. Basının en önemli iki rolü vardır. Birincisi toplumun gereksinim ya da ihtiyaçlarını karşılamak, ikincisi ise hükümeti kontrol etmek. Otoriter Kuram’a karşı geliştirilen Liberel Kuram, akılcılığı ön plana çıkarır. İnsanların hata yapabileceğini ve bu hatalarını düzeltebilme yetilerinin bulunduğunu kabul eder. Özgürlükler temeline dayanan bu görüş, çok sesliliğin gereklililiğine vurguda bulunur.

Ancak “özgürlükçü” ortam çıkar amaçlı yayıncılığı, sansasyonel içeriği ve kimi bazı eleştirileri gündeme getirir. Bunun üzerine İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra etkili olan Sosyal Sorumluluk ya da Toplumsal Sorumluluk Kuramı geliştirilir. Amerika Birleşik Devletleri’nde bir araya gelen kimi gazeteciler, basının kimi toplumsal sorumluluklara sahip olması gerektiğine inancıyla bu kuramı ortaya atar. Basın bir yandan bilgilendirir, eğlendirir ve satarken aynı zamanda çatışmayı tartışmaya dönüştürmemekle de görevli görülür. Geliştirilen kuram, herkesin görüşünü söylemesine izin verilmesini, eğer medya görevini yerine getirmiyorsa “birilerinin” ona bu görevlerini yerine getirmesini söylemesi gerektiğini savunur. Kurama göre medya; kamuoyu, tüketici eğilimleri, meslek etiği, kanal ve yayın zamanlarındaki teknik sınırlamalar yüzünden hükümetin düzenleme kurumları tarafından kontrol edilir. Basının işlevleri ve bu işlevlerin önceliklerinin tanımlaması yapılır. Basının demokratik siyasal sisteme hizmet etme, toplumu aydınlatma ve bireyin özgürlüklerini savunma gibi işlevleri kabul edilirken, ekonomik sisteme hizmet etme rolünü bu işlevlerin önünde görülmez. Eğlenceyi oluşturma rolü de kabul edilir, ancak bu eğlence işlevinin kaliteli olması gerektiğinin altı çizilir. Kuram, medyanın sosyal sorumluluk tavrını kimin denetleyeceğine ve medyada zaman ya da yer kullanımına değecek fikrin anlamlı olup olmadığına nasıl karar verileceğine dair tartışmalara ise açıktır. Medyanın sahiplik yapısı, tekelleşme, reklam verenlerle, hükümetle ve diğer güç grupları ile ilişkilerin düzenlenmesine ilişkin tartışma ise yine yanıtsız kalmıştır.

Kitabın ilk baskısının yapıldığı soğuk savaş yıllarında tanımlanan dördüncü kuram, Sovyet-Totatiler Kuram’dır. Kurama göre basının asıl amacı Sovyet sisteminin devamlılığına ve başarısına katkıda bulunmaktır. Basın, gözetim kadar hükümetin ekonomik ve siyasi eylemlerini de denetlemelidir. Parti üyeleri basını düzenli olarak kullanabilmelidir. Ancak basında parti yönetimi eleştirilebilmeli, amaçları ise eleştirilememelidir. Genel olarak basın, devlet tarafından yönetilmeli ve kontrol edilmelidir. Devletin bir kolu olarak devleti ileri götürmek için basının varlığından söz edilebilmelidir.

TÜRKİYE BEŞİNCİ KURAMA MI AİT?

“Basının Dört Kuramı” incelenip Türkiye’deki medya yapısı acaba bu kuramlardan hangisi ile açıklanabilir? Türkiye’deki yayınlar bu kuramlardan hangisine daha yakın durmaktadır? Hangisi ile daha yakından ilişkilendirilebilir? Bu sorulara tek bir yanıt vermek sanırım pek de kolay değildir.
Pek de kolay değildir çünkü, Basının Dört Kuramı’nda da savunulan kimi görüşlerin Türkiye’de yayımlanan gazete, radyo, televizyon ve dergilerde çeşitli biçimlerde dile getirildiğini ve de siyasal platformlarda seslendirildiğini duymuşuzdur. Bunlardan kimisi basının; devletin, hükümetin ya da iktidarın politikalarını destekleyen, ilerleten yayınlar “yaptığını”, “yapmadığını” ya da “yapması gerektiğini” ifade eder. Kimisi “halkın istediği türde yayın yaptığını” ya da “yapılması gerektiğini” savunur. “Halk ne istiyorsa onu yayımladığını” dile getirir. Kimisi ise basının hükümeti denetlemek ya da kontrol etmek için “bu şekilde” yayımlar yaptığını açıklamaya çalışır. Bu görüşe karşı çıkan kimisi de “basının sınırı aştığını” iddia eder. Suni gündem yarattığını, olayları çarpıttığını, manüple ettiğini, sansasyon aradığını söyler. Ama yine de “çok sesliliği” ve “basın özgürlüğünü” önemsediğini belirtir. Öte yandan kimisi de basın ahlakından, medya etiğinden ya da kimi ilkelerden, kurallardan söz eder. Basının “toplumsal sorumlulukları” olduğunu hatırlatır. “Toplumsal gerçeklere ayna tuttuğunu” söyler. “En önemli ilke kamu yararıdır”, der. Hükümetin düzenleme kurullarının medyayı denetlemesine hoş bakar, makul görür. Kimisi de buna şiddetle karşı çıkar.

Bir diğer yandan da meslek içinde yaşanan tartışmalar, soru ve sorunlar devam eder. Örneğin sansür tartışması, yayın yasakları, gazetecilerin hapse atılması, fikir suçluları, medya içeriklerine yönelik doğru-yanlış, gerçek ya da uydurma haber iddiaları, reklam verenlerle ilişkiler, medya içeriklerine müdahale, medyanın yapısal sorunları, tekelleşme, kartelleşme, uluslar arası haber ağı, medya çalışanlarının örgütsüzlükleri, sosyal güvenceden yoksunlukları, hakları ve özgürlükleri, sorunları, diğer yandan da uyulması beklenen ahlak kuralları, okur şikayetleri, gazetelerin satın alınmaması, okuyucunun gazetelere ve gazetecilere güven duymaması, lotarya, promosyon ve diğerleri… Dolayısıyla bir tek basın kuramı ile Türkiye’deki medyayı açıklamaya kalkmak pek de kolay değildir. Bu nedenle belki de Türkiye’deki basın ya da medya, “beşinci kurama” aittir…

GELİŞMECİ KURAM…

İletişimbilimci Denis McQuail, basının dört kuramına iki yeni kuram daha eklemekte ve böylece belki de Türkiye’deki ortama biraz daha yakın tanımlara ulaşılmaktadır. Bunlardan ilkine “Gelişmeci Medya Kuramı” ve diğerine de “Katılımcı Demokratik Kuram” adı verilmektedir.

Gelişmeci Kuram, adıyla da ilişkili olarak gelişmekte olan ülkelerdeki medyanın belirli ekonomik ve siyasi kalkınma hedefleri yönünde ulusal gelişmeyi desteklemesi ve teşvik etmesi anlayışına dayanır. Burada gazeteciler modernleşmenin aracı olarak tanımlanır. Ulusal kalkınma için devlet medyayı yönlendirebilir ya da sınırlandırabilir. Doğrudan ya da dolaylı olarak medyayı denetleyebilir, ekonomik yönden destekleyebilir ya da kayırabilir. Bu anlamda basın özgürlüğü, ekonomik öncelikler ve sosyal kalkınma lehine, ulusal çıkarlar adına kısıtlanabilir. Gazeteciler haber ve bilgi almada özgür, ancak bunları yayınlamada sorumluluk sahibidir.
Katılımcı Demokratik Kuram ise postmodern toplumları konu alır. Bu anlayışta hedef kitlenin, eş deyişle gazete okurunun, radyo dinleyicisinin ya da televizyon izleyicisinin ihtiyaç, çıkar ve arzuları ön planda tutulur. Medyanın varlık nedeni olarak şirketler, gazeteciler ya da müşteriler değil; okuyucular, dinleyiciler ve izleyiciler görülür. Merkezi otoriteye tabi olunmadan tüm vatandaşlara, azınlıklara ya da alt kültür tabakalarına, etnik ya da dini gruplara kendini ifade ve kendi medyasına sahip olabilme hakkı tanınır. Küçük ölçekli, etkileşimli ve katılım kolaylaştırıcı medya kurumları tercih edilir.

Bu anlamda bakıldığında da belki Türkiye’deki medya ortamının Gelişmeci Medya Kuramı’na diğerlerinden belki de daha yakın olduğu söylenebilmektedir. Ancak yine de “budur” denilememektedir. O nedenle sözün burasında belki de Altschull’a kulak vermek yerinde olacaktır.

GÜÇ TEMSİLCİLERİ

Altschull 1984 baskılı çalışmasında “günümüzde üç basın modelinin bulunduğunu” kaydeder. Bunlar Serbest Pazar (Kapitalist), Marksist (Sosyalist) ve İlerleme Modeli’dir. Ancak sonunda da şu sonuçlara ulaşır:
Bütün basın sistemlerinde medya, politik ve ekonomik gücün sahiplerinin temsilcisidir. Medya içeriği daima medyanın masraflarını karşılayan çıkarlara uygundur. Bütün basın sistemleri özgür ifade inancına dayanır, ancak özgür ifade farklı biçimlerde tanımlanır. Bütün basın sistemleri sosyal sorumluluk öğretisini onaylar. İnsan istek ve çıkarlarına hizmet ettiklerini söyler. Üç basın müdelinde de “diğer modeller” normalden sapmış olarak kabul edilir. Gazetecilik okulları topluma ideolojiler ve değerler sistemi ihraç eder. Kaçınılmaz olarak güç   sahiplerinin var olmasına, haber araçlarını kontrol etmelerine yardım eder. Altschull’un son sözü ise kayda değer: “Basın uygulamaları daima kuramdan farklıdır.”

-------------------

TÜRK BASINI HANGİ KURAMA UYAR?
05.12.2005
http://www.dorduncukuvvetmedya.com/article.php?sid=5488