Kurtlar Vadisi dizisinin bugüne dek tek bir bölümünü izledim. O da bir misafirlikte ve zorunlu olarak. Kurtlar Vadisi Irak filmini de bir uzun yol seyahatinde otobüste izleyebilme fırsatım oldu. Filmin iyi ya da kötü olduğundan, sevdiğimden ya da sevmediğimden değil, kişisel tercihlerim nedeniyle bu tür filmleri izlememe hakkımı kullanıyorum. Ancak son gelinen nokta, beni de üzerinde düşünmeye itti.
Kurtlar Vadisi yayınlanmalı mı, yayınlanmamalı mı? Yayının durdurulması bir sansür mü, hak ve özgürlüklerin önüne konulmuş bir engel mi? Yoksa yapılması gereken ve belki çoktan verilmesi gereken gecikmiş bir ceza mı?
Konuya hangi dizi ya da film olduğu ya da içeriğinin ne olduğu noktasından değil; hatta televizyonda şiddet gösteriminin insanlar üzerindeki etkileri üzerine geçen haftalarda yazdıklarım bağlamından da değil, bir Nasrettin Hoca fıkrası ile yaklaşmak istiyorum.
NASRETTİN HOCA FIKRASI
Hoca bir gün oğlunun eline bir testi tutuşturup çeşmeden su getirmesini istemiş. Çocuk arkasını döner dönmez de ensesine bir tokat patlatmış. “Testiyi kırma ha” diye de öğüt vermiş. Bunu gören komşuları “yahu hoca, henüz testiyi kırmadan ne diye dövüyorsun yavrucağızı” diye söylenmiş. Bunun üzerine hoca şu yanıtı vermiş: “Testiyi kırdıktan sonra dövmüşüm neye yarar be birader”.
Nasrettin Hoca’nın tarihte 1200’lü yıllarda yaşadığı söyleniyor. Hareketli harflerden oluşan matbaa ise Gutenberg tarafından 1440’larda icat ediliyor ve ilk gazeteler 1600’lü yıllarda ortaya çıkıyor. Bizde ilk gazete 1831’de yayımlanmaya başlayan devletin resmi gazetesi, Takvim-i Vekai. Televizyonun icadı ise 1900’lerin başına dayanıyor. Başka bir deyişle Nasrettin Hoca’dan asırlar sonra teknolojiye dayanan kitle iletişim araçları ortaya çıkıyor. Ancak hocanın fıkrası, bir boyutuyla iktidar ve medya ilişkilerini anlatması açısından hep güncelliğini koruyor.
Fıkradaki “Nasrettin Hoca” kimi zaman devleti, kimi zaman iktidarı, kimi zaman da evin büyüğü babayı, gücü, otoriteyi temsil ediyor. Baba evladına iş veriyor ve işin yapılmasını bekliyor. Yanlış yapılmaması için de kendince elindeki gücünü kullanarak “önlemini” alıyor.
İşlemediği bir suç için ensesine tokat yiyen evlat ise büyük oranda halkı temsil ediyor. Babanın verdiği işi yapmakla yükümlü evlat, doğru da yapsa, yanlış da yapsa dayaktan nasibini alıyor. Ensesine tokat atılarak verilen öğütlerle “doğru yolu” bulmaya ve “yanlış yapmamaya” yönlendiriliyor.
Fıkradaki, hocaya laf söyleyen, “aykırı ses” komşuya gelince… O da iktidarı eleştiren, yaptıkları üzerine yorumda bulunan aileden ya da aile dışından herkesi temsil ediyor.
Medya ve iktidar ilişkileri bağlamında örnek verilecek olursa; belki de medya kimi zaman “evlat” rolünü, kimi zaman da “komşu” rolünü oynuyor. Kimi zaman güç, otorite ya da iktidarın kendisine yüklediği görevleri yerine getiriyor. Kimi zaman testi taşıyor, kimi zaman kırıyor, kimi zaman kırmıyor ve kimi zaman da bunun için “tokat” yiyor. Kimi zaman ise komşu rolünü oynuyor, iktidarın evlatlarına karşı yaptığı “yanlışları” söylemeye çalışıyor.
Hocanın komşuya verdiği “ders” niteliğindeki “karşıt” yanıt ise hocanın mantığını açıklıyor: Testi kırıldıktan sonra da çocuk dövülür ama ilki kadar etkili olmaz.
DAYAKLA EĞİTİM
“Dayakla eğitimin” tarihteki yerinin büyük olduğuna inanıyorum ama “dayak cennetten çıkmadır” diye inanan bir toplumdaki yerinin “daha da büyük” olduğunu düşünüyorum. İlköğretim yıllarında sanki bize ezberlettikleri bir tekerlemeydi Ziya Paşa’nın sözleri: “Nush (nasihat) ile yola gelmeyeni etmeli tekdir (uyarma), tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir”.
Başka yolu yok mudur? Babanız da sizi böyle mi büyüttü? Siz ne oldunuz ki, biz ne olacağız? Bize ne verdiniz ki, ne olmamızı bekliyorsunuz? Bilemiyorum… Bu sorulara, o yıllarda yanıt veren olmadı.
Sonra, bizden sonraya rastladı. Okullarda dayak yasaklandı. “Uygar toplumlarda çocuğa dayak atılmaz” denildi ve dayak atanlar “medeni olmamakla” suçlandı. O güne dek dayağı bir eğitim kurumu olarak görenler ve belki dayak atarak cennetlik olacağını düşünenler bu durumu pek kabullenemedi. Hala da dayağın yerine bir şey konulamadı.
Oysa “dayağı suç sayan” toplumlarda, bizim fıkradaki olaya tam tersi bir bakış vardı ve belki bu fıkraya inanıp, fıkrayı, matbaa olmadığı için dilden dile bugüne taşıyanlar hiçbir zaman bunu anlayamadı.
EVLATLARIN ROLÜ
Uygar toplumlarda “iyi bir baba” hangi role sahiptir, bence biraz da işin bu tarafını düşünmek ve her şeyi yeni baştan buna göre inşa etmek gerekiyor. Her çatının altındaki anne ve babanın olduğu gibi devletin de tüm kurumlarıyla tüm evlatlarına aynı şefkat ve sevgi ile aynı toplumsal sorumluluk duygusu ile yaklaşması gerekiyor.
Evlatların rolüne gelince… Onların da “testinin ne kadar değerli bir şey olduğunu” kavramaları ve testi kırıldığında yerine yenisini koyabilmenin zorluğunu anlamaları gerekiyor. Testiyi daha dikkatli taşıyabilmeleri için gereken özeni göstermeleri ve birisi çıkıp “aman evladım testi kırılıyor, dikkat et” dediği zaman, bunu kulak ardı etmemeleri gerekiyor.
Hele de evin, artık sorumluluk alma yaşı çoktan gelmiş büyük çocuklarının daha da fazla şekilde hareketlerini kontrol etmeleri gerekiyor. Çünkü belki de nerede, ne zaman, nasıl davranacağını ve hangi saatte ne yapılıp ne yapılmayacağını ve ne söylenip, ne söylenmeyeceğini bilmek, hayırlı bir evlat olabilmenin en temel koşullarından.
Bu nedenle, belki de yaptıkları şakalarla kardeşlerini güldürüp eğlendirirken, anne ve babalarını da üzmemeleri, içinde yaşadıkları toplumun tepkilerini almamaları gerekiyor. Alkışlayanlar kadar, sızlayanları da duymaları gerekiyor.
Anne ve babalarından “anlayış” hisleriyle, uygar “rol ve sorumluluk” beklerken, onların da ailelerine karşı aynı duygularla hareket etmeleri gerekiyor.
İYİ BİR BABA
Elbette geçmiş kuşakların çocuklarını yetiştirmede kullandığı “ödül ve ceza” yöntemlerinin uygar toplumların gerekleri çerçevesinde yeniden ele alınması ve üzerinde düşünülmesi de gerekiyor. Bu anlamda “iyi bir baba olmak” anlamında, yanlış yapan evlada karşı cezalandırıcı ve kırıcı olmaktan çok, eğitici ve yapıcı olmanın yollarını aramak ve bulmak gerekiyor.
Bir suç işlediğinde çocuğun ensesine tokat atmamak gerektiği gibi vurup öldürmemek de gerekiyor. Bir babanın evladı hangi suçu işlerse işlesin, onu cezalandırmanın yöntemi “öldürmek” olmayacağı gibi, öldürmenin de sonunda bir “cinayet” olduğunu görebilmek gerekiyor.
Öte yandan yaramaz çocuk sahibi ailelerin belki biraz da bu yaramazlığın altında kendilerini sorgulamaları, nasıl çocuk yetiştirdiklerini gözden geçirmeleri gerekiyor. Belki de çocuklarına gerçekten dikkatli “testi taşımayı” öğretip öğretmediklerini, nerede, ne zaman, ne yapılacağını nasıl açıkladıklarını ve bunun neden yanlış anlaşıldığını tekrar düşünmeleri gerekiyor.
Özetle, şimdi anlaşılabildi mi, Kurtlar Vadisi dizisinin yayını devam etsin mi, etmesin mi, ne demek istiyorum?
-------------------------------
Erkan Yüksel
eyuksel@anadolu.edu.tr
Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi
Erkan Yüksel
eyuksel@anadolu.edu.tr
Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi
20.02.2007