Okullarda şiddeti önlemeye yönelik olarak son günlerde çeşitli kampanyalar düzenleniyor. Şiddet eylemlerinin yaygınlaşmasının birçok nedeni arasında medyadaki şiddet gösteriminin de önemli bir payı olduğundan söz ediliyor. İletişim biliminde ise medyada şiddet gösteriminin insan davranışı üzerine etkileri konusunda üç farklı hipotez mevcut. Ancak resmi raporlar televizyondaki şiddetin, şiddeti artırdığını söylüyor.
ARINDIRIYOR MU, ARTIRIYOR MU?
Medyada şiddet gösterimine ilişkin hipotezlerden ilki “arındırma” yani katarsis hipotezi. Buna göre, televizyonda şiddet izlemek, saldırganlığın başkası tarafından açığa vurulması yoluyla, saldırganlığı azaltmaktadır. Dolayısıyla kişiler televizyonda şiddet görüntülerini izledikçe, içlerindeki saldırganlık başkası tarafından açığa vurulduğu ya da eyleme getirildiği için bu tür davranışlar azalmaktadır.
İkinci ve üçüncü türdeki hipotezlerde ise bu görüşün tam tersi savunulmakta ve televizyonda şiddet seyretmenin gerçekte saldırgan davranışların artmasına öncülük ettiği ileri sürülmektedir.
“Taklit” hipotezine göre, insanlar saldırgan davranışları televizyondan öğrenmekte ve daha sonra kendi hayatlarında yeniden saldırgan davranışlar üretmektedir. Başka bir deyişle insanlar televizyonda gördükleri şiddet davranışlarını gerçek yaşamda taklit etmekte ve uygulamaktadır.
İlkokul çağındaki çocuklara “büyüyünce ne olacaksın?” diye sorulduğunda “Polat Alemdar” ya da “Memati olacağım” yanıtını vermelerinin nedeni belki de budur. Çocuklar televizyondaki kahramanları rol modeli olarak almakta ve onlara öykünmektedir. Geçmişin Cüneyt Arkın ya da Bruce Lee taklitlerinin yerini günümüzde çoğunlukla mafya türü örgütlenmeler içinde yer alan kanun dışı ve şiddet yanlısı televizyon dizilerinin kahramanları almıştır. Bu dizilerdeki takım elbiseli, beyaz gömlekli, gravatsız erkek giyim tarzı ve bu tarza ait davranış kalıbının sokaktaki gençler arasında giderek yaygınlaştığı görülmektedir. Sınıftaki öğretmeniyle, anne ve babasıyla geçirdiğinden çok, ekran karşısında vakit geçiren çocuk ve gençler, ekrandan duydukları ve gördüklerini tekrarlamakta ya da taklit etmektedir. Sonra da dört yaşındaki bir çocuk, televizyonda izlediği bir sahneden etkilenerek babasına şunu sorabilmektedir: “Annem bir erkek arkadaşı ile lokantada yemek yerse, ne yaparsın?”.
ŞİDDETİN KONTROLÜNÜ KAYBETME
Üçüncü hipotez olan “engellememe” öngörüsü de televizyonun insanların diğerlerine karşı olan saldırganca davranışlarına engel olmasını azalttığını savunmaktadır. Dolayısıyla televizyondaki şiddet, diğer insanlarla ilişkide şiddetin kabul edilebilir bir yol olduğu şeklinde genel bir kural öğretebilmektedir. Eş deyişle televizyonda şiddet gösterimi insanların şiddet davranışlarını yaşamın bir parçasıymış gibi ya da normal bir şeymiş gibi algılamalarına ve şiddetin bu şekilde yayılmasına neden olmaktadır.
Özellikle trafikte insanların sanki gayet normal bir şeymiş gibi giderek daha fazla oranda birbirlerine bağırır çağırır hale gelmeleri, kadına yönelik şiddetin artık kanıksanmış bir hal alması, sesini yükseltmekten, bir insanı öldürmeye kadar tüm şiddet uygulamalarının hayatın bir parçası gibi algılanmaya başlanması sanırım engelleme hipotezi ile açıklanabilecek niteliktedir.
Yurt dışında olduğu gibi ülkemizde de televizyonda şiddet gösterimi üzerine yapılmış içerik analizi çalışmaları mevcuttur ve bu çalışmaların pek çoğunda normal bir insanın gerçek yaşamında tanık olacağından çok daha fazla oranda şiddet gösterisini televizyonda izlediği vurgulanmaktadır. Örneğin bu çalışmalardan biri, bir çocuğun 12 yaşına kadar 13 bin 400 ölüm dahil 101 bin şiddet olayını televizyonda izleyeceğini göstermektedir.
Aynı çocuğun gerçek yaşamda kaç ölüm ya da şiddet olayı ile karşılaşabileceği tahmin edildiğinde ise televizyondaki şiddet gösteriminin boyutları daha kolay anlaşılabilmektedir. Gerçek yaşamda hiçbir ölüme bu kadar yakın tanık olmayan çocuklar, televizyonda her gün onlarca ölüm ve şiddet görüntüsü ile karşı karşıya kalabilmektedir.
RAPORLAR NE DİYOR?
ABD’li bilim insanları Werner Severin ve James Tankard’ın Communication Theories (İletişim Kuramları) adlı kitaplarında belirttiklerine göre bu üç hipotez üzerine yapılan yüzlerce çalışma arasında en çok destek, arındırma hipotezine verilmiştir.
Çoğunlukla laboratuar ortamında deneklere şiddet filmleri gösterilerek yapılan araştırmalara yönelik en önemli eleştiri bunların yapay olduğudur. Çünkü insanların laboratuar ortamında gerçek hayattan farklı olarak saldırgan davranışlar gösteremeye daha gönüllü olabileceği ileri sürülmektedir. Ancak 1959 ve 1960’ta gençler üzerine yapılan saldırganlık araştırması, gerçek yaşamda da televizyonda izlenen şiddetin saldırgan davranışların artmasına yol açtığını ortaya koymuştur.
Bilimsel araştırmaların ardından 1972 yılında ABD Halk Sağlığı Başkanlığı danışma komitesi, televizyon ağlarını temsil eden üyelerin de etkisiyle “yumuşatılmış” bir rapor hazırlamıştır. Aynı raporun “güncelleştirilmiş hali” olarak kaydedilen 1982 yılında Akıl Sağlığı Ulusal Enstitüsü’nün raporunda ise şu görüşlere yer verilmiştir:
“10 ya da daha fazla yıldır süren araştırmadan sonra, araştırma komitelerinin pek çoğu arasındaki görüş birliği, televizyonda şiddetin, programı izleyen çocuk ve gençleri saldırgan davranışlara yönelttiğidir. Bu sonuç laboratuar deneyleri ve anket çalışmalarına dayanmaktadır. Tabii bütün çocuklar saldırganlaşmaya başlamaz, ancak şiddet ve saldırganlık arasındaki karşılıklı ilişki pozitiftir. Büyüklük olarak televizyonda şiddetin, ölçülen diğer davranışsal değişkenler kadar saldırgan davranışla da kuvvetle karşılıklı ilişkisi vardır.”
Peki, bilimsel veriler ve raporlar bu kadar açık iken acaba televizyon şirketleri, program yapımcıları, reklam verenler ve reklam ajansları, yasama, yürütme ve yargı güçleri, siyasiler, sivil toplum örgütleri ve televizyon programlarını denetlemekle yükümlü kurumlar bu konuda ne yapmaktadır? Bu sorulara da bir sonraki yazıda yanıt vermeye çalışacağım.
-------------------------------
02.11.2006
http://www.dorduncukuvvetmedya.com/dkm/article.php?sid=7230
|