Medyada şiddet konusunu ele aldığım bu üçüncü yazıda, şiddetin önlenmesine yönelik düzenlenen kampanyalardan söz edecek ve medyanın rolünü sorgulamaya çalışacağım. Bu bağlamda, öncelikle yakın zamanda gerçekleştirilen aile içi şiddetin önlenmesi ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi gibi kampanyalar hatırlanabilir.
“Hatırlanabilir” diyorum, çünkü her şeyin hızla unutulduğu bugünlerde, ancak hatırlanmaya çalışıldığında bu kampanyalar akla gelebiliyor. O nedenle de bunlar hakkında hafızaları fazla zorlamayacağım.
OKULLARDA ŞİDDETİN ÖNLENMESİ
Şimdi ise gündemde, Milli Eğitim Bakanlığı’nın önderliğindeki şiddet karşıtı kampanya bulunuyor. Bakanlığın UNICEF’in teknik desteğiyle hazırladığı “Eğitim Ortamlarında Şiddetin Önlenmesi ve Azaltılması Strateji ve Eylem Planı” mart ayında İstanbul’da gerçekleştirilen üç günlük sempozyumla tanıtıldı.
Bu toplantıda medyanın; aile ve çocukların bilinçlendirilmesi konusunda planlanan ve uygulanan çalışmalara destek vermesi, şiddetle mücadele alanındaki olumlu gelişmeler üzerinde yoğunlaşarak, okullarla ilgili haberlerin yayınlanmasında daha özenli davranması ve okulun faaliyetleri ve başarıları ile ilgili bilgileri kamuoyu ile paylaşarak okulu desteklemesi gerektiği sonucuna varıldı.
Yaklaşık yedi ay sonra, 31 Ekim günü Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, “medya aracılığıyla toplumun dikkatini çekmeye yönelik yapılacak çalışmalara destek için” medya sorumlularının davetli olduğu bir toplantı düzenledi.
Türkiye’de 60 bin okul ve bunlarda yaklaşık 15 milyon öğrenci bulunduğunu belirten Bakan Çelik’in ifadesine göre, okullarda yapılan dört aylık tespit, bir günde 19 olayın meydana geldiğini ortaya koyuyor. Bu sonuç okullardaki şiddetin boyutlarını sergiler nitelikte, ancak Çelik’in yorumuna göre henüz “vahamet” boyutunda değil.
Yine Bakan Çelik’in ifadesine göre, öğrenciler ortalama hesapla, bir yılda 1056 saatini okulda geçiriyor. RTÜK’ün izlenme oranlarına göre de aynı öğrenciler, bir yılda 1279 saatini televizyon seyrederek geçiriyor. O halde, televizyonun çocuklar ve gençlerin hayatındaki yeri ve payı azımsanmayacak bir oranda ve bu durumun önemle incelenmesi gerekiyor.
Bakan Çelik, toplantıda beş yıllık bir eylem planı hazırladıklarını ve bu çerçevede sanat, medya, spor çevreleri, öğrenciler ve velilerin de yar aldığı bilgilendirici televizyon spotları hazırlandığını açıkladı.
Televizyondaki şiddet gösteriminin boyutları düşünüldüğünde bu spotların ne kadar etkili olacağı ve düzenlenecek kampanyanın daha başka hangi unsurlarla destekleneceği henüz bilinmiyor.
Bununla birlikte, şiddet konusunun tüm yayın içeriğinde, yani haberler başta olmak üzere, dizi filmler ve diğer programlarda da gözden geçirilmesi gerekiyor. Çünkü şiddet davranışına neden olan unsurların bir bölümü, daha önceki yazılarda da ifade ettiğim gibi televizyondan öğreniliyor.
Yoksa reklam spotlarında “şiddete hayır” denilip, diğer yanda; örneğin filmlerde ve haberlerde, şiddet gösterilmesi çelişkili bir durum yaratacakmış gibi de görünüyor. Aynen “sigara zararlıdır” diyen, ancak teneffüslerde öğrencilerin gözleri önünde sigara içen öğretmenler gibi…
VAZGEÇMEK AMA NE KADAR?
Öte yandan televizyon programcılığı adına şiddet, aynen cinsellik ve korku temaları gibi izleyici garantisi olan cazip temalardan birisi. Bu nedenle de şiddet gösterisi, televizyon programcılığının ilk dönemlerden beri kullandığı vazgeçilmez unsurlar arasında.
Şimdilik şiddet karşıtı kampanyaların haberlerini veren, duyurumunu yapan ve reklam spotlarını yayınlayan medyanın, şiddet sorununun bir parçası olarak, kendi sorumluluk alanı içinde daha farklı neler yapacağı, program içeriklerinde şiddet gösterisinin cazibesinden ne kadar vazgeçebileceği ciddi bir merak konusu.
Çünkü televizyon yayıncılarının sahip oldukları toplumsal sorumluluğun bilincine vararak gerekeni yapmaları bekleniyor. Yani televizyonda her türlü şiddet gösteriminin toplumdaki şiddet davranışını bir şekilde etkilediğinin farkına varmak ve yayınlanan örnekler üzerinde düşünmek gerekiyor.
Ancak bu anlamda; her niye ise, “yapılması gerekenin” ne olduğu ve ne kadarının, ne şekilde yapıldığı ya da yapılmadığı tartışmaya neden oluyor. Çünkü geçen yazıda ifade ettiğim gibi RTÜK’ün zorunlu kıldığı “akıllı işaretler” uygulamasında bile televizyon yöneticileri “uyarı” almak zorunda kalıyor. Dolayısıyla, nerede kaldı gösterilen içeriğin hangi etkiyi ya da sonucu doğuracağını düşünmek?
Elbette toplumdaki şiddet davranışlarının tüm suçunu ve sorumluluğunu medyaya atmak ve başta dünyanın ve ülkenin toplumsal ve ekonomik ortamını dikkate almamak da doğru bir yaklaşım değil.
Bu nedenle; aslında sorunun daha fazla ilerlememesi için sorumluluğun, en temelde, ülkemizdeki tüm duyarlı bireyler tarafından da hissedilmesi ve ona göre davranılması gerekiyor.
Başta televizyon şirketleri, program yapımcıları, reklam verenler, reklam ajansları olmak üzere, toplumdaki tüm bireylere, kurumlara, hükümet güçlerine ve siyasilere de bu anlamda görev düşüyor.
Sivil toplum örgütlerinin ve RTÜK’ün de bu konuda yapması gereken ve yapabileceği daha fazla şeyin olması arzu ediliyor.
Düzenlenen kampanyaların ise daha somut sonuçlara ulaşılması bekleniyor. Bir anlamda da “temel atma törenlerinin görkemli açılışlara dönüşmesi” gerekiyor.
Ancak inanıyorum ki, bu kampanyalar birer başlangıç ve aynen sigaranın sağlığa zararlarının topluma anlatılması gibi şiddetin de bilinçlendirme yöntemleriyle üzerine gidilebilir. Bu anlamda daha yapılacak çok şey olduğu ortadadır.
-------------------------------
|