"Yerel habercilik nedir?" Bir çok yanıtı olmakla birlikte sanırım bu soruya verilebilecek en önemli yanıt şudur: "Yerel heyecanları yakalamaktır". Peki, yerel heyecanları yakalamak, ne demektir? Açıklayayım…
Sanırım ilk kez Rüştü Bozkurt'tan duymuştum bu tanımı. Yerel basında başarılı olmuş örneklerden söz ederek, yerel haberciliğin yerel heyecanlara seslenmek olduğunu anlatmıştı. Bölgenin ya da şehrin insanları ile birlikte gülmek ve ağlamaktan söz etmişti.
Daha sonraki yıllarda yerel gazetecilik deneyimim sırasında da "yerel heyecanların" neler olduğunu merak edip durdum.
Ancak haber koşuşturmacası içerisinde haber kaynakları belirlenmiş durumdaydı.
Polis, adliye muhabiri, belediye muhabiri, vilayet muhabiri, sağlık ve hastane muhabiri, siyasi parti ve sendika muhabiri, ekonomi muhabiri ve spor muhabiri vardı ama "yerel heyecanlar" muhabirliği yoktu.
Habercilik "dört duvar arasına"; haber kaynaklarının iki dudakları ile basın bildirileri arasına sıkışıp kalmıştı.
Çarşı Pazar haberciliği yapıyor ve bazen kimi sorunlar karşısında halkın görüşleri şöyle diye, kimi vatandaşların fotoğraflarının altına iki satır yazı yazılıyordu ama, bu da tam olarak "yerel heyecanların yakalanması" sözüne karşılık gelmiyordu.
"İşte olay budur" denilemiyordu…
SPOR HABERCİLİĞİNİN FARKI
Derken bir gün "Eskişehirspor" küme düştü.
Yaygın gazetelerde Eskişehirspor haberi yayınlanmaz oldu.
Gazetenin spor yazarları yönetimi ve takımı eleştirmeye başladı.
Futbol taraftarları maç çıkışında gazetenin önüne kadar yürüyüş yaptılar.
Muhabirleri eleştiren sloganlar attılar.
Eskişehirspor ligde yükselme fırsatı bulamasa da gazeteler tiraj kazandı.
O zamanki Genel Yayın Yönetmenimiz Önder Baloğlu, her pazartesi birinci sayfanın sağ köşesini Eskişehirspor ve diğer futbol takımlarına ayırmaya başlamıştı.
Spor muhabiri Ali İhsan Sarıçoban'a daha fazla iş düşmüştü.
Bu arada, Eskişehir Şekerspor ve Demirspor da önemli futbol takımlarıydı.
Amatör futbol karşılaşmalarına da neredeyse iki sayfaya yakın yer ayrılıyordu.
Sonuç olarak bir şekilde futbol heyecanı, gazetede karşılığını buluyordu…
Ancak elbette spor demek, futbol demek değildi.
Eskişehir'de daha başka spor karşılaşmaları da yapılıyor, minik yürekler, genç kalpler daha başka heyecanlar için de çırpıyordu.
Tüm spor karşılaşmaları ile ilgilenmek demek ise, daha fazla spor muhabiri anlamına geliyordu ve ekonomik olarak da bu bir "açmaza", içinden çıkılmaz bir duruma işaret ediyordu…
PEKİ YA DİĞER HABERLER?
Polis-Adliye haberciliği de duygulardan uzak değildi tabi.
Nerede acı, gözyaşı, ayrılık, ısdırap, nefret ve kavga varsa polis-adliye muhabirleri onların peşindeydi.
Bir cinayetin fotoğrafının yayınlanıp yayınlanmaması, bir intihar haberinin verilip verilmemesi, kavga sırasında yaşanan görüntülerin aktarılıp aktarılmaması hep tartışma konusuydu. Muhabirler bu haberlerin toplumun ilgisini çekeceğini ve yayınlanması gerektiğini savunuyorlardı ama toplumun bu haber ve görüntülere ihtiyacının olup olmadığı ya da onlardan nasıl etkilenip etkilenmediği konusunda o kadar da zihinlerini yormuyorlardı.
Ara sıra da Mithat Körler gelirdi gazeteye…
Müzik çalışmaları ve konserlerinden söz ederdi.
Birinci sayfayı çizerken onca karamsar haber arasına kendi haberinin uygun olacağını ve denge sağlayacağını savunurdu…
Bazen sokaklara atılmış çöpler, bazen kazılan yollar, bazen bozuk kaldırımlar, dayak yiyen öğrenciler, hatta dayak yiyen okul müdürleri, eksik gramajlı ekmekler, son kullanma tarihi geçmiş gıdalar ya da seyyar satıcılar birinci sayfanın konusu olurdu.
Düğün konvoyları, hastane koridorları, cenaze törenleri, o gün doğanlar, yas tutanlar, kutlama yapanlar, bir ilkokul öğrencisinin okuma sevinci, ilk çizdiği resim, kompozisyon yarışmasında birincilik, şiir yarışmasında mansiyon, liseli gençlerin üniversite heyecanı, üniversitedeki ilk gün, kazanılan ilk burs, evliliğe ilk adım, işsizlik, iş bulma, aday olma, galip çıkma, işyerinde alınan unvan ve ödül, işyeri açılışları, emekli kuyrukları, ayrıca ve belki de, sanat müziği korosunda şarkı söyleme, Halk Eğitim'de bağlama kursuna gitme, dans etme, eğlenme ya da akşam gezmesine gitme ve hepimiz gibi sıradan insanın yaşamında var olan acı, tatlı bir çok sevinç ve hüzün, yani soluk alıp verdiğimiz yaşam, gazete içeriklerine "aynı coşku ve heyecanlarla" pek de yansımazdı… Aslında, bir anlamda, "gazetecilik" mesleğinin standartlarını belirleyen yaygın basında da bu duygulara o denli yer yoktu.
Ülkenin çözüm bekleyen, ilgilenilmesi gereken bir çok sorunu, ciddi meselesi vardı. Siyaset, ekonomi, futbol kadar, kimi marazi olaylar, şarkıcı ve mankenlerin hayatları, sansasyon ve dedikodular ve bazen de "duygu sömürüsü" gazeteciliğin neredeyse "bel kemiği" demekti…
Yerel gazeteler de "gazeteciliği" onlardan örnek alarak yapıyordu.
Gazetecilik deyimiyle "Mars'tan gelen adam" bakış açısıyla, belki haberde nesnellik sağlanıyordu ama aynı deyimle, gazeteler de halktan ve insanlardan kopuyor, en az Mars kadar Dünya'dan uzaklaşıyordu...
GAZETECİLİK DEMEK
Oysa yerel gazetecilik, yerel heyecanları yakalamak, yerel duygularla yaşamak demektir.
Kendi insanı ile ağlayıp, kendi insanı ile gülmek, aynı ailenin ferdi olabilmek demektir.
Yoksa, Mars'tan gelen adam gibi ya da Mars'tan gelmiş gibi davrananlar gibi gazetecilik yapmak değildir.
Yerel gazetecilik; aynı havayı solumak, aynı suyu yudumlamak, aynı kaldırımda yürümek ve yüz yüze geldiğinde de selam verebilmek demektir.
Sanıyorum, gazetecilik de bu demektir!
--------------------
YEREL HABERCİLİK, YEREL HEYECANLARI YAKALAMAKTIR!
09.02.2005
http://www.dorduncukuvvetmedya.com/article.php?sid=3944
|
Aynı yazı: Anadolu, 10 Şubat 2005 Perşembe, s.6