DERGİ YAYINCILIĞININ NEYİNİ SEVDİM?

Yayıncılık alanında en çok ne yapmayı ya da neyle uğraşmayı isterdin diye sorsalar herhalde “dergi yayıncılığı” diye yanıt verirdim. Çocukluğumdan beri dergileri çok sevdim. Milliyet Çocuk ve Tercüman Çocuk dergilerinin müptelasıydım.

Onları biriktirmekten büyük zevk alırdım. Bilim ve Teknik dergisinin abonesiydim. Hatta hayatımda bir yayın organında yayımlanan ilk yazım orada çıkmıştı. Küçük dünyama açılan büyük bir pencereydi Bilim ve Teknik dergisi…
Hafta sonlarında gazetelerin verdiği kuşe kağıda basılı dergileri de yıllarca biriktirdim. Önceleri haber ağırlıklı olan bu dergilerin zaman içinde nasıl magazin ağarlıklı hale geldiklerine yakından şahit oldum. Sayfa tasarımları, kullanılan renk ve desenler, haberlerin sunum biçimi ve ayrıntıların sayfada dağılımı hep ilgimi çekmişti. Sayfa tasarımındaki en küçük değişiklikleri takip ediyor, tasarımcıların isimlerinin değişip değişmediğini kontrol ediyordum. Çoğunlukla yanılmıyordum da…
Aradan yıllar geçip bir gazete ilanı sonrasında özel yetenek sınavıyla kazandığım Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’ne geldiğim de bu merakım “Alice Harikalar Diyarında” masalına dönüştü. O yıllarda hikaye ve roman yazmaya merak salmıştım ve bu fakülte bittiğinde ilk romanımı yayınlamayı planlamıştım. Ancak öyle olmadı… Fakülteden mezun olduğumda, daha ilk yılın sonunda girdiğim gazetenin kadrolu muhabiri olarak çalışıyordum. Sanki Eskişehir’de bir toz havalansa haberim olduğunu düşünüyordum. Haber toplama ve yazmanın dışında, yerel gazeteciliğin bir gazetenin tüm işlerini bilen adam ihtiyacı doğrultusunda sayfa tasarımı çizimlerine yapıyor, özel sayfalar çıkarıyor, hatta kimi zaman dergi boyutunda özel ekler hazırlıyordum.
İLK HABER, İLK DOSYA…
Hayatımda yazdığım ilk “önemli” haberin bir dosya haberi olduğunu da ekleyeyim. Eskişehir’in sebze ve meyve hali ve tüm pazar yerlerini günlerce dolaşıp oralarda yaşanan sorunları 50 sayfadan fazla tutan bir dosya ile rapor gibi sunmuştum. Hiç unutmam yazı Nurullah Ataç’ın bir cümlesi ile başlıyordu: “Bir şehir hakkında bilgi edinmek istiyorsan, sokaklarını dolaşmalısın”…

Sakarya gazetesinin eki olarak yayınlanan Köprübaşı’nın yaklaşık ilk 100 sayısında pek çok “dosya” haberim yayınlanmıştı. Başka bir deyişle dergi haberciliği türünde yazılarım yer almıştı…
Gazetede ekonomi sayfasını ayrı bir ek olarak yayınlama fikrimi ortaya attığımda çıkardığım ilk sayı da tabloit boyda bir dergiydi. Ancak ikinci sayıda normal gazete sayfası boyutlarına dönüşmüştü. Yine de yapılan iş ekonomi dergilerindeki gibi haftalık bir ek yayıncılığıydı…
Sonra Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne araştırma görevlisi olarak atandığımda ilk girdiğim dersler Haber Toplama ve Yazma ile Dergi Yayıncılığı olmuştu. Daha sonra da Dergi Yayıncılığı dersini Anadolu Üniversitesi’nde de birkaç dönem verdim. Sonra yurt dışına çıkmam gerekince dersi istemeyerek de olsa bıraktım. Dersi verdiğim dönemlerde öğrencilerime hazırlattığım eserler daha sonra kendileri tarafından iş başvurusu dosyalarında yer aldı…
Uzun yıllar Ekonomist dergisini biriktirdim ve en sonunda yüksek lisansımı ekonomi haberciliği üzerine yaptıktan sonra, o yıllarda Türkiye’nin en çok satan dergisi Ekonomist üzerine neden sattığını anlamak üzere bir içerik analizi uygulaması gerçekleştirdim. İçerik analizi yöntemini yeni öğrendiğim sırada, bu dergi üzerine çalışmak beni hayli mutlu etmiş, motivasyon kaynağı olmuştu… Dergi yayınlamak hep benim için bir hayaldi… İletişim fakültesindeki öğrencilik yıllarımda beni tanıyan yakın arkadaşlarım bilir: Bir gün bir haber dergisi yayınlamak isterdim. Belki Eskişehir’de bir dergi de olurdu bu… Hatta yıllar sonra Amerika Birleşik Devletleri’ne gidip artık Türkiye’de de örneklerini görmeye başladığımız türde “bedava” dergileri gördüğümde, bu dergilerin içeriklerini Eskişehir’de gazetecilik yapan arkadaşlarıma anlatmıştım. Çok geçmedi, böyle bir dergi Eskişehir’de de yayınlanmaya başladı… Şimdi, İstanbul’daki günlük yayınlanan ve türünün ülkemizdeki en beğendiğim örneği olan Gaste’de çalışan öğrencim de oldu… Benim içinse üniversitelerin öğrenci gazeteleri birer dergi gibiydi. Selçuk Üniversitesi’nde, Anadolu Üniversitesi’nde, Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi’nde pek çok öğrenci dergisinde görev aldım. Haftalık ya da aylık yayınlanıyorlardı. Tam sayfa ya da iki–üç sayfa konu işleyebilmek mümkündü. Araştırma, haber-röportaj gibi sayfalarda dergi haberciliği yapılabiliyordu. Hala da öğrenci gazetelerinde görev almaktan ve öğrencilere yardımcı olmaktan büyük zevk alıyorum.
Şu anda Yazı İşleri Müdürü olduğum Anadolu Üniversitesi’nin haftalık kurum içi iletişim gazetesi Anadolu Haber de bir anlamda dergi yapısında. Her hafta gazetenin sayfa tasarımını yine eski usulle plan kağıdı üzerine cetvelle kurşun kalemle çiziyorum, siliyorum, yeniden çiziyorum. Sayfa tasarımcısı arkadaşların bilgisayarları başında yaptıkları işe burnumu sokuyor, bazen koltuğa kurulup, bir sanatçının sanat eseri ile uğraşmaktan duyduğu zevk gibi kendimi kaptırıyor, zamanın nasıl geçtiğini unutuyorum…
NEYİNİ SEVDİM?
Dergi haberciliğinin sanırım, günlük gazetecilikteki gibi aceleye gelmeyen yanını seviyorum. Günlük haberciliğin; bence “sığ”, “yüzeysel” ya da “yetersiz”, bilgi içermeyen “acil” sunumuna karşı, dergi haberciliğinin “ayrıntılı”, geçmişi de içine alan “derinlemesine” ve “doğru” bilgi aktarımını, “rehber olma” ve “geleceği aydınlatma” işlevlerini seviyorum.

Dergilerin bilgilendirici içeriklerini seviyorum. Hiçbir yerde bulamayacağım bilgileri bana açıklamasını ve anlatmasını seviyorum. En karmaşık konuları bile bir bütünlük halinde en yalın dille öykülendirmesini seviyorum.
Her bir derginin ayrı bir dünya olmasını seviyorum. Her derginin başka bir dünyayı ayağıma getirmesini seviyorum.
Dergilerin satıcıların raflarını süslemesini seviyorum. Çeşit çeşit, rengarenk dergiler arasından seçim yapabilmeyi seviyorum.
Sonra, haber dilini seviyorum. Günlük haberciliğin sert diline karşın, dergi haberciliğinin öyküleyici anlatımından hoşlanıyorum. Sert haberciliğin üçüncü tekil şahısla; bir anlamda “kişiliksiz” ya da “soğuk” anlatımı yerine, okurla konuşan, okurun yanında “sizli-bizli” olabilen, okurunu anlayabilen ve onunla bağ kurabilen dergi haberciliğinin belki de ruha seslenen “sıcaklığını” seviyorum.
Dergi yayıncılığının; kollarımın arasına almakta ve açıp okumakta zorlandığım gazetelere karşı, her yere sığabilen, her yerde okunabilen boyutlarını seviyorum.
Parlak kağıtlarını seviyorum. Kuşe kapaklarını seviyorum. Ellerimi, pantolonlarımı boyamayan baskı kalitesini seviyorum.
Fotoğraflarının büyüklüğünü ve niteliğini seviyorum. Sayfa tasarımındaki özgürlüğünü ve özgünlüğünü seviyorum.
Abonesi olabilmeyi ve bir sonraki sayıyı merakla beklemeyi seviyorum. Onları biriktirebilmeyi, tekrar tekrar okuyabilmeyi, yıllar sonra elime alıp yenden bakabilmeyi seviyorum ve en sonunda bana yaşattıkları nostaljiyi seviyorum.
YARIN…
Alvin Toffler insanların beklentilerinin çeşitlendiğini ve giderek daha özel alanlara yönelik yayıncılığın gelişeceğini söylemişti. Dergiler de onun anlattığı türdeki yayıncılığın en güzel örnekleriydi.

Bugünlerde Amerika Birleşik Devletleri’nde günlük gazeteler teker teker kapanıp yerine internet gazeteleri kuruluyor. İnternet ortamında yayın yapan dergi sayısı da az değil. Bir gün tüm gazetelerin ve belki dergilerin de internete taşındığına şahit olabiliriz.
İşte, belki de o gün burada yazdığım “dergi yayıncılığını neden çok sevdim” yazısı “nostaljik” bir yazı olarak daha fazla anlam kazanacak ve belki de bizi geçmişe götürecek... O gün belki siz de kendi kendinize soracaksınız, ben dergilerin en çok neyini sevmiştim?
-------------------------------
Doç. Dr. Erkan Yüksel 
Çarşamba, 20 Mayıs 2009