“HALKIN VE MEDYANIN GÜNDEMİ ÖRTÜŞÜYOR MU?”

Medyaya duyulan güven “beklenen düzeyin” altında. Kamuoyunun yarıdan fazlası medya gündeminin doğru olduğuna inanmıyor, gündem konularının bazılarını suni/yapay buluyor ve medyanın tarafsız olmadığını düşünüyor.


Marketing Türkiye’nin 15 şubatta yayımlanan sayısında “Halkın ve medyanın gündemi örtüşüyor mu?” sorusuna –bir kez daha- yanıt arandı. Pınar Akbıyık Yıldız ve Özlem Terzi’nin büyük bir emekle hazırlandığı görülen çalışmasında, Estima Araştırma’ya yaptırılan “Medyaya duyulan güven araştırması”nın sonuçlarına, “gündemi yaratan Eşik Bekçileri’nin” ve akademisyenlerin görüşlerine yer verildi.

Söz konusu haberin ayrıntılarına girmeyeceğim. Meraklı okurların dergiye erişebileceğini, araştırma bulgularını ve farklı görüşleri okuyabileceğini düşünüyorum. Bu yazıda ise yazarlar tarafından yayım öncesinde bana yöneltilen sorulara ve vermiş olduğum yanıtlara –kesintisiz olarak- yer vereceğim.

BİLGİLENDİRME NOTU

“Marketing Türkiye dergisinin yeni sayısında medyanın sürekli değişen gündeminin ve bir ülkenin gündeminin nasıl yönetilmesi gerektiği sorunsalını tartışıyoruz… Buna istinaden…

Bugünlerde küçük büyük herkesin dilende bir balyoz var. Rodyalar, TV’ler ,  gazeteler ve  haber portallarında  Balyoz ile yatıyor balyozla kalkıyoruz. Kimilerine göre Susurluk ve Ergenekon’dan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşadığı en büyük skandallardan biri  Balyoz Harekatı,  kimisine göre  de ordunun yıpratılmasına  yönelik birtakım iddialardan öte bir şey değil.  Marketing Türkiye olarak ise bizi Balyoz Harekatı’nın siyasi niteliği, nesnel gerçekliği pek ilgilendirmiyor.

Açıkçası “Bir ülkenin gündemi nasıl yönetilir?” sorunun muhatabı  olarak bu konuyu ele alıyoruz. Hepimiz biliyoruz ki Türkiye’ye benzer başka bir ülke yoktur gündemin bu denli sık değiştiği…   O kadar sık değişir ki,  medyanın dolayısıyla halkın gündemi. Bir gün konuştuğumuzu bakmışız ki ertesi gün unutturmuşlar! Zaten zihnimiz  de  hep bulanıktır ve kolay kolay gündemi takip edemeyiz.  Hatta  haftanın en önemli olayını  ya ortasından yakalarız ya sonundan.  Medya kuruluşları ise memnundur aslında halinden… Saatlerce  program yapmak,  uzmanları bir araya getirip yarattığı gündemi tartışmak,  gazete sayfalarını benzer manşetlerle  doldurmak, bolca reyting toplamak… Günün sonunda ise  elde kalan kamuoyunun  zihnine zorla, tekrarla, belki de baskıyla  yerleşmiş bir mesaj, amacına ulaşmış bir medya, kafası sürekli değişen gündemlerle allak bullak olmuş bir kamuoyu….”

Yazarların göndermiş  olduğu e-postanın ilk satırlarında bu “bilgi notu” yer alıyordu. Devamında ise sorular sıralanmıştı. İşte o sorular ve vermiş olduğum yanıtlar…

SORULAR VE YANITLARI

Medyanın yaptığı  ‘sil baştan gündem’ stratejisi ne kadar doğru?  Bu durumun insanlar üzerindeki etkisi nedir?

Özetle ifade etmeye çalışayım… Öncelikle, "gündem" kavramını tanımlayarak söze başlayayım. Gündem, yapılacak işlere (konulara) ilişkin önemlilik sıralaması ya da listesi olarak tanımlanabilir. Her sabah uyandığınızda o gün yapacağınız işlere ilişkin zihninizde yaptığınız öncelik sıralaması aslında sizin kişisel gündeminizi oluşturur. Günlük yaşamda kişisel sorunlarımıza ilişkin hangilerinin daha önemli ve en önce çözülmesi gerektiğine ilişkin kararları kendimiz verirken; toplumsal sorunların hangilerinin daha önemli ve hangilerine ne kadar zaman ya da para harcanması gerektiği gibi konularda kararın verilmesi daha karmaşık bir sürecin eseridir. Sorunların büyüklüğü, kamuoyunun beklentisi ve medyanın konuya olan duyarlılığı gibi unsurlar toplumsal sorunların önceliklerinin belirlenmesinde etkili olur. Nasıl bir gün boyunca yapabileceğiniz işlerin sayısı sınırlı ise, toplumsal sorunların çözülmesinde de benzer bir sınırlılıktan söz edebiliriz. Kamuoyunun gündemindeki toplumsal konulara ilişkin sıralama çoğunlukla dört ya da beş konudan oluşur. Ancak bir siyaset adamının toplumsal sorunlara ilişkin gündemi genellikle bir ya da iki konuya dayanır. Bir gazetenin birinci sayfasına en çok 10-15 haber, bir televizyon ana haber bültenine de en çok 20-25 haber girer. Oysa her gün dünyada ve Türkiye’de yaşanan olaylar ve hatta “önemli” olayların sayısı ile karşılaştırıldığında gündeme girebilen olay ya da konu sayısının oldukça az kalacağı söylenebilir. Dolayısıyla gündem sınırlı kapasiteye sahip konu listesidir.

KÖŞE KAPMACA OYUNU

O halde konular arasında gündemde yer alabilmek için amansız bir rekabetin yaşandığı  gözden kaçırılmamalıdır. Bu yarış aslında “köşe kapmaca”  oyununa da benzetilebilir. Gündemdeki bir konu düşmeden, diğerinin gündeme gelmesi pek de mümkün değildir. Herkes kendi ilgilendiği sorunun daha önemli ve öncelikli olarak çözülmesi gerektiği iddiasında olabilir. Bu durumda da gündem sürekli olarak rekabetin yaşandığı hareketli bir arena görünümüne kavuşur.
Konuların gündemde yer edinebilmesinin temel şartları haber değerlerine bağlıdır: Yenilik, ilginçlik, nadirlik, yakınlık, etkili ilgililik, önemlilik vs. Bir haber bu unsurlardan ne kadar çoğuna sahipse o kadar değerli bulunur. Ancak gündem belirleme konusunda yapılan çalışmalar olayların gerçek yaşamdaki durumları ile medya içeriklerindeki önemlilik dereceleri arasında anlamlı bir ilişki olmadığını ortaya koymaktadır. Eş deyişle sorunların büyüklüğü ile medya içeriklerindeki ilgi büyüklüğü birbirine paralel değildir. Sorunlar büyüklükleri ile doğru orantılı olarak medya içeriklerinde yer almaz. Medya ilgisi konuların gerçek yaşamdaki durumundan çoğu zaman bağımsızdır. Olaylar olur, medyanın ilgisini bir boyutuyla çeker, haber olur, ilgi çekici başka bir boyut yoksa gündemden düşer ya da yeni boyutlar kazanarak gündemdeki yerini korur. Çözümsüz konuların gündemde uzun süre kalabilme şansı yoktur, çünkü büyük ölçüde medya ilgisini sürdürecek yeni bir boyut yoktur.

HER SORUN ÇÖZÜME KAVUŞMAZ

Öte yandan yaşanan pek çok olay, konu ya da sorun arasından önemli bir bölümünü çözüme kavuşturmak için oldukça uzun zamana ve karşılanması zor bütçelere ihtiyaç duyulur. Oysa gazetelerin yayın periyodu 24 saattir. Haber kanallarında ise neredeyse her saat başı bülten yayınlanmaktadır. O nedenle çözümsüz kalan konuların yeni boyutlar oluşmadan medyada uzun süre yayınlanabilme şansı yoktur.
Ayrıca şunu da eklemek gerekir: “Medya” denilen şey tek bir gazete ya da televizyon kanalı değildir. Kitle iletişim araçlarının tümünü  kapsar. O halde farklı yapıdaki pek çok yayın organının kendi gündeminden ayrıca söz etmek gerekir. Çünkü kimi zaman kimi yayın organlarının kimi konularda “medya savunuculuğu” yaptığı görülmektedir. Eş deyişle bir konuyu ele alıp o konunun gündemde kalması için çaba göstermektedirler. Konunun haber değerliliğine bağlı olarak diğer yayın organları da kimi zaman bu içeriklerden etkilenebilmekte ya da duyarsız kalamamaktadırlar. Bunu da “kitle iletişim arası etkileşim” başlığı altında açıklamak mümkündür. Birbirleriyle rekabet eden yayın kuruluşları diğerlerinin ne yaptığını herkesten fazla takip ederler. Bir şeyleri atlamamak adına da benzer konuları haber yaparlar ve bu durumda da gündemler birbirine yaklaşır. Bu arada yayın organları arasında gündemi belirlemek, diğer yayın organlarının haber konularına öncülük etmek anlamına gelir. Amerika Birleşik Devletleri’nde New York Times için gündemi belirleyen başlıca gazete adı verilir ve bir konunun ulusal gündeme girebilmesinin en önemli koşullarından biri olarak Times’ın birinci sayfasında haber olması gösterilir. Ancak Türkiye’de benzer nitelikte bir gazeteden söz edilememektedir.

“SİL BAŞTAN GÜNDEM”

Şimdi gelelim “sil baştan gündem stratejisi” eleştirisine… Öncelikle bu ifadeyle ne anlatılmak istenildiğinin biraz daha açıklanması gerektiğini düşünüyorum. Eğer bununla kastedilen şey medya gündeminin sürekli bir şekilde ya da hızlı bir şekilde değiştiği ise bunun bir strateji olarak tanımlanmasını doğru bulmam. O nedenle işin doğasını anlamak üzere “neden böyle” diye düşündüğümde “belki de şu nedenlerle” diye şu yanıtları verebilirim: Birincisi ülkede çözüm bekleyen pek çok sorunun olması, ikincisi kendi konu ya da sorunlarının daha önemli olduğunu ve diğerlerinin önemsiz olduğunu savunan güçlü gruplarının varlığı, üçüncüsü de yayın organları arasında yaşanan yoğun rekabet… Sonuç olarak gündemdeki köşe kapmaca oyununun oldukça ciddi bir biçimde oynandığı bir zaman ve coğrafyadayız.

“Bu durumun insanlar üzerindeki etkisi nedir?” sorusunun yanıtına gelince… Gündem belirleme yaklaşımı, medya gündemindeki konuların bir süre sonra kamu ve siyaset gündeminde de önemli konular haline geldiğini savunur. Bu anlamda gazetelerin ve televizyonların gücü birbirinden farklıdır. Uzun vadeli etkiler için gazeteler, ani etkiler için ise televizyon daha güçlü bulunur. Peki, gündem hızla değiştiğinde durum ne olur? Bu konuda ülkemizde yapılmış akademik bir çalışma hatırlamıyorum. Ancak gündem belirleme konusunda yapılmış sınırlı sayıdaki çalışma Türkiye’de kimi konular çerçevesinde medya gündeminin kamu gündemine öncülük ettiğini ancak medyanın kamu gündemindeki konulara karşı o kadar da duyarlı olmadığını ortaya koymaktadır. Buna ilişkin açıklamalar ise insanların medya etkilerine maruz kalma dereceleri ile ilişkilendirilmektedir. Bu da gazetelerin satmadığı ve televizyon kanallarının da aslında izlenmediği gibi bir eleştiridir.

ENFORMASYON BOMBARDIMANI

Öte yandan iletişim literatüründe medya gündeminin hızlı değişmesinin etkilerini açıklayabilecek en iyi yaklaşım sanırım “enformasyon bombardımanı” ifadesidir. Ancak buradaki “enformasyon bombardımanı” yalnızca gündemin hızlı değişmesi anlamına gelmez ama bu da bir etken olarak görülebilir. Sayısı her geçen gün artan yayın organları tarafından kamuoyuna gönderilen her türlü içerik enformasyon bombardımanına neden olur.

Bu noktada “enformasyon”  sözcüğünün “medyatik bilgi” yani “medya ürününe dönüşmüş bilgi” anlamına geldiğini de etmeliyim. Örneğin benim burada yaptığım açıklama bilgi niteliğindedir. Ancak yayınlandığında enformasyona dönüşmüş olarak; muhtemelen kimi yönleri ön plana çıkarılarak, kimi yönleri özetlenerek ve kimi yönleri de atılarak çıkacaktır.

Etki anlamında bakıldığında ise, her gün enformasyon yağmuruna tutulan kulaklarımız ve gözlerimiz bir süre sonra bunlara duyarsız hale gelebilmektedir. Enformasyon yağmurunun altında insanlar kapı komşusunun vefatından haberi olamayan ama televizyon sayesinde Avustralya’da karaya vuran balinalara yardım edemediği için gözyaşlarını tutamayan kişilere dönüşebilmektedir. Bu da burnunun ucunu göremeyen ama televizyon sayesinde dünyanın diğer ucundan haberi olan “hipermetrop” bireylere dönüşme riskini beraberinde getirmektedir.

Türkiye’nin büyük çoğunluğu global kriz, işsizlik, sağlık ve eğitim sistemindeki sorunlar gibi başat problemlerle uğraşırken, medyanın ya da bilinmeyen ellerin yarattığı  yapay gündemlere ne kadar ihtiyacımız var?

Kamuoyunda önemli ya da öncelikli bulunan konularla medya içeriklerindeki konular arasında bir paralellik olması beklenir. Kitle iletişiminin etkilerine dönük gündem belirleme araştırmalarında medya gündeminin kamu gündemini belirlediği savunulur. Ancak kimi zaman medya, kamuoyunun önemli bulduğu konulara karşı duyarsız kalabilmektedir. Bunun nedenlerini öncelikle medyanın işleyiş düzeninde ve konuların niteliğinde aramak gerekir.

Sözünü ettiğiniz global kriz, işsizlik ve eğitim sistemindeki sorunlar değil Türkiye tarihinin, belki de dünya tarihinin önemli bir bölümünü işgal eden sorunlar. Ayrıca sağlık sistemini, sosyal güvenlik sistemini, terör ve trafik gibi diğer uzun süreli sorunları da sayabilirsiniz. Ancak ilk soruda da değindiğim gibi medya gündeminin belirlenmesini etkileyen unsurlar arasında gerçek yaşam göstergeleri pek de önemli bir yere sahip bulunmaz.
Öte yandan “yapay gündem” kavramını da açıklamaya çalışayım… Eğer gündem kavramını konuların önemlilik listesi diye tanımlarsanız ve aslında herkesin kendi gündemi olduğunu ortaya koyarsanız, “yapay gündem” diye bir tanımın pek de doğru olmadığını anlarsınız.

Çünkü hangi konunun daha önemli olduğuna ilişkin herkesin kendine göre bir değerlendirmesi vardır. Hiçbir yayın organına “sizin değerlendirmeniz yanlış” diyemezsiniz. Bir yayın organında yayınlanan konuları beğenmiyorsanız, diğerini tercih edebilirsiniz. Hatta hiçbir yayın organını beğenmeyebilirsiniz, izlemeyebilirsiniz ve satın almayabilirsiniz.

Ancak ısrarla bir konunun gündeme gelmesini istiyorsanız; yani bir baskı grubu ya da kanaat grubu olarak bir konuya öncelik verilmesini istiyorsanız, başka konuları  gündeme getirenlere yönelik “yapay gündem oluşturma” eleştirisinde bulunabilirsiniz.

“YAPAY GÜNDEM” TARTIŞMASI…

Öte yandan “yapay gündem” ifadesiyle söylenilmek istenen şey savunulan konunun önemliliğinin diğer konulardan daha önemli olduğu ise köşe kapmaca oyunundaki diğer konuların aslında önemsiz konular olduğunu ortaya koymak adına “yapay konular yaratılıyor, daha önemli konularımız var” açıklamasında bulunulabilir. Sanırım halkın anlayacağı bir şekilde ifade etmek adına “yapay gündem” ifadesi de bu çerçevede kullanılmaktadır.

Bir değer yandan açıklamak gerekirse, birilerini yapay gündem oluşturmakla suçlamak öncelikle taraf olmaktır ve ötekine karşı bir muhalefettir. Hatta bir suçlama olarak ele alındığında “yapay gündem oluşturma” eleştirisini propaganda tekniklerinden “ad takma” ile tanımlamak da mümkündür. Fikirlerin özgür arenasında elbette herkes kendi konusunun daha önemli olduğunu savunacak ve her konu diğeri ile çarpışacaktır. Hangi konunun daha önemli ya da değerli olduğuna ise karar verecek olan kamuoyudur. Demokrasilerde hiçbir görüşe “sen sus” diyemezsiniz.

Sizce medyanın yöneticileri (editörler, haber müdürleri) gündemi  doğru belirliyorlar mı?

Nasıl ki günlük hayatta hepimizin ayrı konulara ilişkin öncelik sıralamaları  varsa, yayın organlarının da ayrı gündemlerinin olması doğal karşılanmalıdır. Medya yöneticileri gündemi belirlerken haber değerleri dışında bireysel, kurumsal ve kurum dışı unsurlarla birlikte ideolojik unsurların da etkisinde kalırlar. Kendilerine göre bir değerlendirme yaparak medya içeriklerini oluştururlar. Dolayısıyla bunun doğrusu ya da yanlışından söz etmeyi anlamlı bulmam.

Eğer bu soru, “Sizce medya yöneticileri yayın organlarında toplumun sorunlarını yeterince dile getiriyorlar mı?” şeklinde sorulsaydı, yanıtım  şöyle olurdu: Elbette bu sorunları dile getirenleri de var, getirmeyenleri de… Konusuna, zamanına ve ortamına göre değişiyor. Toplum da bu yayın organlarını beğendiği ölçüde takip ediyor ya da etmiyor.

Sürekli gündemin değişmesi ve yeni gündem üzerinde inanılmaz bir propaganda yapılması  medyanın, saygınlığını, etkinliğini, itibarını nasıl etkiler?

Medyanın saygınlığının temel bileşenleri gerçeklerin ve doğruların var olup olmadığı  noktasında başlar. Meslek ilkelerine ne kadar uyulduğu ile şekillenir. Nasıl bir medya olması gerektiğine ilişkin dünyada farklı görüş ve uygulamalar mevcuttur. Türkiye’de de medyanın kendine özgü bir yapısı olduğu söylenebilir. Toplumsal sorunları dile getirmede medya ne kadar gerçekçi ve doğru yayıncılık yapıyorsa, mesleğin saygınlığı o derecede artar ya da azalır. Son yıllarda gerçek dışı ya da doğru olmayan medya içeriklerine yönelik eleştirilerin arttığını söyleyebiliriz. Ayrıca yayın organları arasındaki kutuplaşma da son yıllarda daha yoğun bir şekilde dikkati çekiyor. Medyada taraftarlığa ilişkin eleştiriler yükseldikçe, saygınlığa ilişkin dengeler de bundan etkilenir. Ancak gündemin; yani önemli konulara ilişkin listenin ya da listedeki konuların sürekli değişmesi ile medyanın saygınlığı arasında doğrudan bir ilişki kurmayı daha sonraya bırakırım.

Son günlerin çok konuşulan Balyoz Operasyonun’dan sıkıldınız mı? Neler görmek isterdiniz mecralarda?

Atatürk diyor ki, “basın  özgürlüğünden kaynaklanan sorunları gidermenin yolu yine basın özgürlüğünden geçer”. O nedenle bu konuda bir kısıtlamayı  doğru bulmam. Medya yöneticileri kamuoyunun bu konudan sıkıldığını gördüklerinde elbette konuyu gündemden düşüreceklerdir. Yeter ki, bu konuya ilişkin “medya savunuculuğuna” ya da daha ileride “militan” ya da “taraftar gazeteciliğe” soyunmuş olmasınlar.
Ancak bu konuda bence daha önemli olan; yayın organlarının içeriği ne olursa olsun, kamuoyunun, baskı gruplarının ve siyaset adamlarının bu içeriklere karşı tutumlarıdır.
Bu doğrultuda medyayı  “vurun abalıya” misali sürekli eleştirmeyi uygun bulmuyorum. Sonuçta medya da bu toplumun bir kurumu…

“Neler görmek isterdim” konusuna gelince… Çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşmış ve hatta ötesinde bir Türkiye…

Mesela gündem yaratıcı siz olsaydınız ve kamuoyunu etkileme imkanınız olsaydı  bunu ne yönde kullanırdınız?

Medya her zaman insanların ne hakkında konuşacaklarını söylemede fevkalade başarılıdır. Ancak ne konuşacaklarını söylemede o kadar da başarılı bulunmaz. Her yayın organı kendi yayın politikaları çerçevesinde kamuoyuna seslenir ve onlara ne hakkında konuşmaları gerektiğini söyler. Ben de medya yöneticisi olsam kendi inandığım doğruları söylemek isterdim. Bu anlamda “bilgi yoğun içerik” konusunda bir deneme yapmak isterdim. İnsanlara ufuk sağlayan, yarınlarını görmelerini kolaylaştıracak, günlük yaşamlarını özgürleştirecek, pratik kullanım imkânı bulunan, okur ya da izleyici odaklı bir yayıncılık anlayışını denemek isterdim.

Bugünlerde medya içeriklerine baktığımda ise oldukça fazla negatif enerjiyle dolu olduğunu düşünüyorum. Sokakta yürüyen insanların yüzünün gülmediğini görüyorum. Ekonomik kriz konusunda “kriz geliyor” demenin krizi daha fazla derinleştirdiğini görüyorum. Domuz gribi konusunda nasıl paniğe kapıldığımızı ve ne yapacağımızı bilemez bir hale düştüğümüzü görüyorum. Gündemdeki siyasi konular hakkında kafaların ne kadar karışık halde olduğunu görüyorum. Gazetelerin okunmadığını, haber bültenlerinin takip edilmediğini görüyorum. Sonuçta ise henüz hiçbir iletişim kuramının Türkiye’deki medya sistemini bütünüyle anlamaya yetmediğini görüyorum.

---
Prof. Dr. Erkan Yüksel
Çarşamba, 17 Mart 2010