Haber Toplama ve Yazma dersini alan öğrencilerin temel sorunlarından birisi “haber yapacak bir şeyler bulmak” şeklinde özetlenebilir. Genç muhabirlerin bir çoğu bu sorunun yanıtının kantinde çay içerken ya da arkadaşlarıyla sohbet ederken içlerine doğuvereceğine inanır ya da bir şekilde birisinin ya da çoğunlukla dersini aldıkları öğretim elemanının kendilerine bir konu önermesini bekler. Dönem sonu gelir, öğrenciler hala üzerinde araştırma yapıp haber yapacakları konuyu belirleyememenin telaşı içindedir. Oysa haber, hayatın kendisidir ve hayat her yerdedir.
HABER “DIŞARIDA”DIR
Yerel gazetede muhabirlik yaptığım günlerde sabah ilk iş o gün yayımlanan kendi gazetemize bakar ve nelerin yanlış çıktığını yakalamaya çalışırdık. Diğer gazetelerdeki haberlere göz atar, neleri atladığımızı, neleri atlattığımızı konuşurduk. Toplantı geleneği yoktu ama istihbarat şefi, kendisine ulaşmış kimi davetiye ya da telefonlardan hareketle o günün gündemine ilişkin kimi görevleri ilgili arkadaşlara iletirdi. Eğer bir toplantı ya da bir etkinlik kapmışsanız, o gün en azından bir haberi kurtarmış sayılırdınız. Öğleyin sayfalar çizilmeye başlanmadan önce beş haber getirme şartından birini garantilemiş olurdunuz. Diğer dört haber ise “dışarıda” bilinmeyen bir yerde sizi beklerdi…
Masa başında gazete okuma işi biraz uzadı mı, istihbarat şefi uyarırdı. İlk günlerimde bu uyarıları birkaç kez işitmiştim. “Habere çıkmak”, balığa çıkmaktan farklı bir iş değildi ve balık denizde tutulurdu. Deniz ise şehrin sokaklarıydı. Emniyet ya da Adliye koridorlarına bakan ya da oraları takip eden arkadaşların işi biraz daha garantiydi. Çünkü oralarda mutlaka bir şeyler yakalamak mümkündü. Ancak açık denizde karşınıza ne zaman ne çıkacağı pek de belli olmazdı. Kimi zaman gazetenin kapısından çıkmadan kolunuza birisi tutar, sizi alır, bir yerlere götürür; kimi zaman da aylak aylak dolanırsınız ortalıkta. “Bir geçtiğin yoldan bir daha geçme” nasihatı, altın kurallardan birisidir. Farklı yollardan gideceksin ki, yeni bir şeyler göreceksin ve onu haber yapacaksın.
SON DURAKTA İNİP YÜRÜMEK…
Çoğu zaman da haber sıkıntısı çektiğimde şunu yapardım. Şehir merkezindeki otobüs hareket merkezine gider, önüme gelen ilk duraktan “bilmediğim” ya da “uzun zamandır gitmediğim” en uzak mahallelerden birine giden ilk belediye otobüsüne biner ve son durağa kadar etrafı izlerdim. Yolda dikkatimi çeken bir şey olursa, yarı yolda iner, işe oradan başlardım. İşe başlamak demek iki anlama gelirdi. Birincisi “ilginç” görünen “bir şeyi” fotoğraflamak ve ikincisi de insanlarla konuşmak. Hiç bir şey bulamazsam, mahalle muhtarına, bakkalına, kahvesine bir göz atmak ve “selam vermek” yeterli olurdu. İşin bütün yükünü ise fotoğraf makinemin ve ajandamın içinde olduğu çantayı taşıyan omzum ve o omuzla bedenimi taşıyan ayaklarım çekerdi. Bulunduğum noktadan ilgimi çeken şeyleri arayarak şehre kadar yürür ve gazeteye gelirdim.
Muhabirliğimin ilk günlerinde bir günde beş haber bulmak epey sıkıntı verirken, zaman içinde her nasılsa “haber makinesi” haline dönüşmemi sağladı. Her şeyi “haber” olarak görmeye başladım. Patlayan su borusu, bozuk asfalt, su dolu çukurda oynayan çocuklar, çamurlu sokaklar, suyu kesilmiş evler, bodrumunu su basmış dükkânlar, işsizler, ameleler, işten atılanlar, sokakta eylem yapanlar, bir yere toplanmış bir şeylere bakanlar, ağlayanlar, gülenler, davul zurna, korna çalanlar, birilerinin ardından bağıranlar, susanlar, fakirlikler, fukaralıklar, hastalıklar, dertler, sorunlar ve daha neler neler…
Bunların bir çoğu “nitelikli haber” denilebilecek türde haberler değildi. Belki “suya sabuna” dokunan haberler de değildi. “Büyük balık” her zaman oltaya tıkılmıyordu. Ancak her gün karnımızı doyuracak kadar ya da sayfaları dolduracak kadar haber bulabiliyorduk. Nitelik göz doldurucu olmasa da nicelik yeterli sayılıyordu. Bu durumun eleştirisi başka bir yazıya kalacak olsa da, anlattıklarımdan çıkarılacak hisse, haberin sokaklarda ve insanların yaşadıklarında olduğuydu. Sudan uzakta balık yakalanmıyordu.
BALIĞA ÇIKMAK…
Aynı balığa çıkanlar gibi habercilerin de sabah gazeteden ayrılırken “silahlarını” doldurmaları ve cephanelerini tamamlamaları gerekiyordu. Bunlar çoğunlukla fotoğraf makinesinin filmini takmak, flaşın pillerini dolu tutmak, ajanda ve kalemini yanından ayırmamak şeklinde özetlenebilirdi. Sokaklarda dolaşırken aniden karşıma çıkan bir şeyin fotoğrafını çekmek zamanla içgüdüsel bir hal de almıştı. Daha “çekip çekmemeyi” düşünmeden deklanşöre bastığımı çok hatırlıyorum.
Bakıp görmek kadar, bir şeyin de atlanmaması gerekiyordu tabi: İnsanlarla konuşmak. Ne kadar çok kişiyle konuşursanız, ne kadar çok kişinin adını o haberde anarsanız, haberiniz o kadar doğru, dürüst ve doyurucu olur. Aynı zamanda “o kişilerin de sizin haberinizi okumasını” sağlamış olursunuz. Haber fotoğrafçılığı anlamında gazetede aldığım derslerden birinde bir kare fotoğrafta kaç kişinin göründüğü ile o fotoğrafın değerliliğinin doğru orantılı olduğu öğretilmişti. Haberde de aslında bu kural geçerliydi. Ne kadar çok isim, o kadar “iyi” haber.
İnsanlarla konuşmak, zamanla doğru soruları sormayı da öğretir insana. Yanlış yapa yapa yapmamayı öğrenmek gibi. Ancak sanıyorum en pahalı öğrenme yöntemi de her zaman olduğu gibi tecrübe... O yıllarda yaptığım haberleri hatırlıyorum da bunun ne anlama geldiğini daha iyi anlıyorum. Şimdilerde ise genç muhabirlerin özellikle soru sorma noktasında çok daha fazla “çuvalladıklarını” görüyorum. Örneğin aşırı uçta bir örnek belki ama “Ahmet amca” diye yazılan bir haber, kişiye soyadının bile sorulmadığının ispatı. Oysa soru sormadan haber yazılmaz ki…
OLTAYI DENİZE ATMAK…
Soru sormak, belki de oltayı denize atmaya benzer. Oltaya balığa uygun yem takar ve denize doğru sallarsınız. Doğru soruyu, doğru yer ve zamanda, doğru şekilde sorar ve sabırla yanıtınızı alırsınız. Muhabirin amacı yalnızca soru sormak da değildir. Balığa tutmaktır ya da doğru yanıtı almaktır. Haber kaynağını incitmemek, ne söyleyip ne söylemediğini en doğru şekilde anlamak ve gerekiyorsa aynı soruyu tekrar tekrar sormak, yanlış anlaşılmalara izin vermemek, “büyük balık” hevesiyle, “büyük rezillik” çıkarmamak, “anlatıldığı gibi” değil de, “anlamak istendiği gibi” yazmamak ve özetle, insanca davranıştan uzaklaşmamak en temel meslek kurallarıdır.
Haber, yazıp bittiğinde ise haberi yazan kişi olarak sizin aklınıza gelen bir soruya, haberiniz yanıt veremiyorsa, o haberi okuyan okurun da aynı sorunun yanıtını arayacağı unutulmamalıdır. Eksik haber yapmamak için bütün yanıtları haberinizde vermeye çalışmalısınız. Hatta bir yanıtla da yetinmemelisiniz. Çoğu zaman aynı yanıtı birkaç yerden doğrulatmak en akıllıca iştir. Avcı iken, avlanan ya da “kullanılan” olmamak için aldığınız bilgileri mutlaka başka kaynaklar aracılığıyla desteklemek, yapılacak en doğru işlerden birisidir. Çoğu zaman bu doğrulatma ya da destekleme işi sizi başka haberlere de yöneltir. Çoğu zaman da tek yanlı haber yapma tuzağından kurtulmanızı sağlar. O anda göremediğiniz, düşünemediğiniz, aklınıza gelmeyen yeni bir şeyleri size fısıldar. Durduğunuz yerden size ilham gelmez ama insanlarla konuşursanız, hayatın içine bakarsanız, kulağınıza bir şeylerin fısıldandığını hissedebilirsiniz…
GAZETE HABERLE HAYAT BULUR
Şimdi, öğrencilerime haber yazma anlamında verdiğim ödevlerden birisi kampusten şehre kadar yürümek ve yolda geçerken gördükleri haber konularının neler olabileceğini not etmek. Haber yazmalarını istemiyorum. Yalnızca neleri haber olup görüp görmediklerini öğrenmeye çalışıyorum. Belki de her gün hiç de dikkat etmeden önünden geçtikleri pek çok kişinin, binanın, sokağın, hatta otobüs, tramvay durağının mutlaka bir hikâyesi vardır ve bu hikâye haber yapılmayı beklemektedir.
Yoldan geçenler, araçlar, insanlar, seyyar satıcılar, yol kenarındaki çimenler, çöp tenekesinden taşan poşetler, üst geçidi tercih etmeyenler, kaldırımda yürüyemeyenler, durağın altında yağmurda ıslananlar, duvarlara asılı ilanlar, yol kenarına park etmiş araçlar, yükselen inşaatlar, inşaatlarda çalışanlar, karşıdan karşıya geçmeye çalışan öğrenciler, ayrı ayrı dükkânlar, lokantalar, eğlence yerleri, eski kitapçılar, yeni kitapçılar, fotokopiciler ve belki de bir elinde baston, bir elinde ekmek poşetleri ile bir yerlere yetişmeye çalışan o kişi, sizin onun haberini yapmanızı beklemektedir. Kantinde oturup neyi haber yapayım diye düşünen öğrencilerime, kantinde nelerin haber olabileceğini saydığımda ne kadar şaşırdıklarını da hatırlıyorum. Çünkü haber, hayatın kendisidir ve o hayat, her yerdedir. Gazete ise haberle hayatla bulacaktır.
----------------------------
HABER NASIL BULUNUR?
16.01.2006
http://www.dorduncukuvvetmedya.com/article.php?sid=5646
|