HER ŞEY DAHA GÜZEL OLACAK…

Hayatta kaç şey tesadüftür ki? Bilemiyorum. Ancak benim hayatımda çok az şeyin “anlamsız” olduğunu söyleyebilirim ya da benim böyle hissettiğimi… Her şey aslında bir şeye vesile olur ve her şey bir sonraki aşama için belki de bir hazırlıktır. Bu yüzden iyi ya da kötü diye bir şey yoktur. Her şey bir şeyin nedeni ve diğerinin de sonudur. Her şey belki de o anda yazılan büyük ve zeki bir senaryonun parçasıdır. Kim bilir?

Leanardo Di Caprio’nun başrolünü paylaştığı ünlü Titanik filmini izlediyseniz, hatırlarsınız: Film, kumar masasında “bütün servetini” bir bilet için ortaya koyan fakir bir gençle başlar. Titanik, büyük bir umuttur onun için. Yeni Dünya’ya açılan kapıdır. Gelecektir. Hayallerin gerçekleşmesidir. Her şeydir belki de. Daha “iyi” ne olabilir ki? Ve fakir genç, o gün şanslıdır. Kumarda Titanik’te “alt sınıf” için ayrılan bölümden bir bilet kazanır. Büyük bir heyecanla, arzuyla ve iştahla demir almak üzere olan gemiye doğru koşar. Köprüleri kaldırmak üzere olan transatlantiğe son binen yolcu olur.

Fakir gencin Titanik’e doğru koşusunu çok düşünmüşümdür. Koştuğu şey aslında göründüğünden çok farklıdır. Hiç de farkında olmadığı ölümdür uğruna soluk soluğa kaldığı. Belki de hayatının “en büyük” aşkı ile o gemide karşılaşacak ve buz gibi sularda ölümüne bir sevdanın sıcak kolları arasında son nefesini verecektir. Kim bilir? Ne zaman, ne olur ve ne çıkar karşımıza? Bir kapı kapanır, diğeri açılır. Tesadüf sandığımız pek çok şey, belki de büyük bir bütünün parçasıdır. Öyle olması gerekiyordur ve olur.
Ancak yine de hayat bizim seçimlerimizle ya da tercihlerimizle anlam kazanır ve yol bulup ilerler. Her zaman daha çok sayıda seçenek vardır ve biz birini seçeriz. En sıkıştığımız zaman bile, hiç seçeneksiz kaldığımız zaman bile, en çıkmaz sokağa saptığımız zaman bile, birçok seçenek vardır. Ancak biz belki de çok az şeyi değiştirerek, sokağın başına geri dönmeden önümüzü açmak ve ilerlemek isteriz ve böylesi durumlarda çoğu zaman sıkışıp kalırız. Bizi sıkıştıran, dara sokan da isteklerimiz ya da bizden istenenler hakkındaki düşüncelerimiz, endişelerimiz, kaygılarımızdır belki de. Yarına ilişkin beklentilerimizdir. Tam olarak bildiğimi söyleyemem, ancak içime böyle doğduğunu ifade edebilirim. Çoğu zaman da şunu düşünürüm: Hayatta istediğimiz her şeye isteğimizin şiddeti oranında yaklaşırız…
Hakkâri’deki bir koyun çobanını düşünün. Di Caprio’nun peşinden koştuğu Yeni Dünya’da New York’ta lüks bir otelde konaklayıp, kırmızı bir Ferrari’ye binmek ve iyi bir yerde iyi bir akşam yemeği yemek gibi bir hayali olduğunu varsayın. 20’li yaşlarda olsun bu genç, isterseniz daha genç ya da daha yaşlı… Bu hayali için sizce önce ne yapması gerekir? İlk ihtiyaç duyacağı şey nedir? Para elbette. Sonra, yabancı dil. Sonra, pasaport, bilet, yolculuk. New York’ta bir kırmızı Ferrari, lüks bir otel ve bir yemek... Kadın Kokusu filminde başrolü oynayan ve bu rolüyle Oscar alan Al Paçino’nun böyle bir hayali vardı. Oradan geldi aklıma…

Peki, bizim gencimiz bu hayalini gerçekleştirebilmek için ne yapar? Para bulabilir mi? Ama çok para? Hem de gereken her şeyi yaparak bu parayı kazanabilir mi ya da elde edebilir mi? İstanbul’a yerleşmek belki de bu amaçla atağı ilk adım olur. Orada ne yapacağı konusunda da sanırım sizin aklınıza çeşit çeşit işler gelecektir. Sonra, yabancı dil öğrenmesi gerekir. Bu da zor bir şey midir? Sanmıyorum. Azimle her güçlüğün başarılabileceğine inanıyorum. Neyse, sözü uzatmayalım. Bu gencin önünde hangi engel durabilir ki? En azından bu uğurda neler yapılmaz ki? Tabi her şeyi de göze almak gerekir, bir düşün peşinden koşarken. Dayak yemek de var işin sonunda, geri dönüp altınlara konmak da… Paulo Coelho’nun yazdığı Simyacı kitabında olduğu gibi.

Ancak bizim çoban genellikle 20’li yaşlarının başında askere gider ve oradan gelince de eline birkaç koyun tutuşturulur ve evlendirilir. Çoluk, çocuk derken, belki de bir gün, saçı başı ağarmış, dizinde torunları, bir yeşil ulu ağacın altında bu düşünü anlatırken kendini bulur. Hayaller, düşlerde kalır çoğu zaman. Bir türlü aranan ya da beklenen “vesile” hâsıl olmaz.

Borsa’da bir söz var; “Bir kâğıt bir gördüğü rakamı yeniden görür” diye. Ancak insanoğlu için bir gördüğü günden geri kaldığında, tekrar o günleri ne zaman görür, ömrü vefa eder mi, belli değil.
Çıktığımız yolculuktan pişman olup geri döndüğümüzde de; eğer dönebilirsek tabi, hiçbir şey eskisi gibi olmaz çoğunlukla. Aynı suda bir kez daha yıkanılmaz misali, taş yerinde ağırdır ve bir oynadı mı taşlar, artık su alır, götürür; suya karşı koymak çok daha zor hale gelir.

Ancak nereye gitmek istediğini bilenler, suyun akışına karşı koyabilenlerdir. Hatta onlar suyun yönünü bile değiştirebilir. Akışını durdurabilir. Kimi zaman tek bir kişi, kimi zaman tek bir kişi için başka bir kişi, kimi zaman bir olay ve kimi zaman belki de bir rastlantı her şeyi değiştirebilir. Ve kim bilebilir ki, akan su her saniye ne getirir? Ve bizi, nereden alır, nereye götürür. Hayat her şeyi önüne katıp götüren bulanık bir sel gibi akar gider…

Her şey daha güzel olacak, siz daha güzel oldukça! İçinizden umut, hiç eksik olmasın. Sağlık ve iyilik dolu mutlu bir bayram diliyorum.

---------------------

HER ŞEY DAHA GÜZEL OLACAK…
06.01.2006
http://www.dorduncukuvvetmedya.com/article.php?sid=5609