GENÇ AKADEMİSYENİN KİTAP YAYINLATMA MACERASI…

Akademisyenlerin başarı ölçütlerinden birisi de kuşkusuz yayınlamış oldukları kitaplardır. Akademisyenlerin yayınladığı kitap sayısı, niceliksel olarak gösterge niteliği taşır. Ancak bir akademisyen için kitap yayınlamak hiç de kolay iş değildir. Hatta kitabı yayınlayacak yayınevi bulmak, yoğun emek gerektiren bilimsel bir araştırmayı yapmaktan "kimi zaman" çok daha zordur.
Üniversitelerarası Kurul'un Sosyal, Beşeri ve İdari Bilimler Temel Alanı için doçentlik sınavı başvuru koşulları arasında, "Tanınmış ulusal yayınevleri tarafından yayımlanan kitap" için 3 puan verileceği kaydedilmiştir. Bu maddede, ders kitaplarının kapsam dışında olduğu da parantez içinde ifade edilmiştir.


Ancak, "tanınmış ulusal yayınevleri" hangileridir, açıkça belirtilmemişse de, bu kapsama Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyük kentlerde merkezi bulunan, çok satan ya da popüler kitaplar yayınlayan, medyaya reklam veren, şehir merkezinde bir yerlerde kitap satış yeri bulunan, büyük kentlerdeki belli başlı kitapçılarda kitapları satılan, "iyi" kitap dağıtım şirketlerinden biri ile anlaşma yapmış ve belli başlı büyük kentlere de kitaplarını gönderebilen yayınevlerinin girdiği düşünülebilir.
Kişisel olarak bu düşünceye tamamen katıldığımı söyleyemesem de, bu kadarının bile içinde barındırdığı sorunların neler olduğuna işaret etmek adına, bu düşünceden yola çıkmak isterim.

ÖRNEĞİN BİR DOKTORA TEZİNİ YAYINLAMAK

İfade ettiğim yorumdan hareketle öncelikle şu soruyu soralım: Hazırladığı bilimsel çalışmayı ya da diyelim ki; her ne kadar doçentlik sınavında "puan olarak" kabul edilmese de, alanında yetkin 5 akademisyenin onayını alarak kabul edilmiş doktora tezini kitap olarak yayınlatmak isteyen genç bir akademisyen acaba ne yapmalıdır?

Doktora tezini fotokopi yolu ile çoğaltıp, "tanınmış" yayınevlerinin adreslerine ulaşıp, onlara göndermelidir.

Bu genç arkadaşımızın yaklaşık 20-30 gün içinde büyük bir ihtimalle alacağı tek bir yanıt olursa, o da özetle, "çalışmanın bu haliyle yayınlanamayacağı"dır.

Eğer kimi yayınevlerinde "samimi davranan" editörler varsa, onların da "iyi tarafına gelmişse", genç akademisyene, öncelikle dipnot, tablo ve grafikleri metinden çıkarmasını, örnek olayları güncellemesini, hatta bazılarını özetlemesini, eğer örnek olay yoksa, güncel konularla örnek olayların eklenmesini, kimi bölümlerin kısaltılmasını, kimi bölümlerin uzatılmasını, kimi bölümlerin belki de kaldırılmasını, yazım dilinin şimdiki zaman ya da geniş zaman olarak değiştirilmesini, kimi ifadelerin yeni baştan yazılmasını, hatta mümkünse kaynakça bölümünü de azaltmasını ve sayfa sayısını "makul bir seviyeye" getirmesini önerebilirler.

Onların amacı kitabın ne kadar satacağıdır. Piyasada tutup tutmayacağıdır. Kaç baskı yapacağıdır. Okurun kim olacağına, bu okurun nasıl bir kitap okumak istediğine, kitabın adına, kapağına, formatına çoğunlukla onlar karar verir. Sizin kitabınız için parasını "riske atan" yayınevi sahibidir ve onun parası, onun gözünde, sizin akademik çalışmanızdan çok daha değerlidir.

Akademisyen ise kitabını bir an önce eline alabilmek için sabırsızlanır. Kitabında anlatmak istediklerini uzun cümlelerle, karmaşık ifadelerle, çoğunlukla grafik ve tablolarla, istatistiksel rakamlarla açıklamaya çalışmıştır. Yanlış anlaşılmak istemediği gibi doğru anlaşılabilmek için de titizlenir. Derdini anlatmaktan başka kaygısı yoktur. Emeğine ve yaptığı işe saygı gösterilmesini bekler. 

Kimi zaman bu bekleyiş uzun sürmez. Kimi yayınevlerinden daha doğrudan bir yanıt gelir. Aslında çoğunlukla bir soru şeklindedir bu yanıt. "Hocam, kaç öğrenicim var demiştiniz?".

Bu sorudan da anlaşılması gereken şey şudur. "Eğer bizim basacağımız bu kitabı satabileceğiniz yeterli sayıda öğrenciniz yoksa, eş deyişle pazarınız yoksa, kitabınızı basamayız."

Bir başkası şöyle yanıt verir: "Çalışmanız çok güzel. Hiçbir eleştirim yok. Ancak kitap satış ve pazarlama bölümümüz, satış rakamı konusunda onay vermiyor."

Bu yanıtın üzerine biraz giderseniz, şu açıklama gelir: "Hocam, sizin çalışmanızın satış rakamı olarak pazarlama bölümü '1000 adet satar' raporu vermiş. Biz, 3000 adetten az kitap basamıyoruz." Hiç yanıt vermeyenleri ise buraya yazmıyorum. Siz, kaç fotokopi çektirirsiniz, kaç yayınevi ya da şirkete bunları kargo ile gönderirsiniz, bilemem.

Hatta gönderdiğiniz çalışmaların fotokopilerini alıp başka amaçlarla kullananlar da olur mu, ondan da emin olamam.

BAŞKA YÖNTEMLER DE VAR TABİ…

Yalnız, bir yayınevi sahibi tanıdığınız varsa ya da yayınevinde çalışan birini tanıyorsanız ya da bir arkadaşınız bunlardan birini tanıyorsa, sizin "işinizin olması" için "bir ışık yandı" demektir.
Bir başka ihtimal de "tez yayınlayan" yayınevlerinden birini bulmaktır. Baskı ücretinin tamamını ya da bir kısmını ödeyerek de çalışmanızı yayınlatabilirsiniz. Sonra size verilen kitapları tanıdıklarınıza dağıtır, bir kısmını da kendiniz pazarlayabilirsiniz… Sonra "pazarlamacı da olduk" diye düşünürsünüz…

Başka bir ihtimal de doğrudan siz "yayınevi" olursunuz. Kendi kitabınızı kendiniz bastırır, sonra da dilediğinizi yaparsınız. Ancak yine akademisyen kimliğinizle "burun buruna" gelirsiniz…
Yine de kitabınızı yayınlatmak isterseniz, son bir ihtimal olarak üniversitelerin matbaalarını denersiniz. 

Kimi üniversiteler akademisyenlerin çalışmalarını kendi yayınları arasında yayınlamaktadır. Ancak sınırlı sayıda basılan bu kitapların en önemli sorunu, sınırlı sayıda kütüphaneye ulaştırılması ve dağıtım-pazarlama boyutunun olmamasıdır. Kitabınız yayınlanır ama "kimse" bilmez. Telif hakkı olarak da size sınırlı sayıda kitap verilir. Bunları daha sonraki jürilerinize gönderir, yakınlarınıza dağıtırsınız.

Akademisyenler için son bir çare de artık bir web sitesi ayarlayıp, çalışmalarını orada yayınlamaktır.
Sonuç olarak bir iyilik yapar, denize atarsınız…

PARA İSTEMEYİN DE…

Aslında akademisyenlerin, kitap yayıncılığından "para kazanmak" gibi bir "derdi" çoğunlukla bulunmaz. Hatta bir çoğu bu anlattığım olayların herhangi bir aşamasında "kitabım yayınlansın da, başka bir şey istemiyorum" diyecek seviyeye gelir. Kitabı yazana dek döktüğü teri, harcadığı parayı, verdiği emeği gözü görmez.

Bu sözün zihinde belirmeye başlamasıyla birlikte de yayınevleri telif ücreti olarak arkadaşımıza "15 kitap ile 50 kitap arasında" değişen bir sayıda kitap vermeyi "taahhüt" eden bir "sözleşme" metni sunarlar.

Eğer bir de üzerine "satış ücreti üzerinden yüzde beş ile 15 arasında değişen bir rakam" öneriyorlarsa ve bunu "altı ay ile bir yıl arasında" ödemekten söz ediyorlarsa, bu, "ballı-kaymak" gibi gelir.
Artık, sözleşmenin kaç yıllık olduğuna, devrettiğiniz telif haklarının neleri kapsadığına, elinize kaç para   geçeceğine, ikinci baskısının olup olmayacağına, sonrasında başınıza neler geleceğine, daha yolun başındaki, genç bir akademisyen olarak, tek başınıza kaldığınız sürece, pek de bakmazsınız…
Genellikle telif hakkı olarak öngörülen kitaplar size gönderilir. Ancak para ödenir mi, zamanında ödenir mi, yayınevi "1000 adet basacağım" deyip, 5000 adet basar mı, sonrasında neler olur, bilemem. Yayınevinin dürüstlüğüne kalmış…

Yine de tüm bunların hiçbiri yaşanmayabilir. Bir kitabın ilk sayfalarından birinden not aldığınız yayınevinin adresinden kitabınız için "yayınlamak istiyoruz" mesajı alabilirsiniz.
Belki de şanslı sizsiniz ve çalışmanız gerçekten o yayınevi için "değerli" bulunmuştur. Sizi tebrik ederiz…

Sonuç olarak, Üniversitelerarası Kurul, yüksek lisans ya da doktora tezlerinden üretilmiş çalışmaları doçentlik sınavında "puan olarak" kabul etmese de, "tanınmış" bir yayınevi bulup, herhangi bir akademik çalışmayı yayınlatmanın hiç de kolay olmadığını sanırım anlatabilmiş oldum. Tüm genç akademisyenlere bu zorlu yolda başarılar dilerim…

04.06.2005
http://www.dorduncukuvvetmedya.com/article.php?sid=4635

Aynı yazı: Sakarya, 7 Ağustos 2005 Pazar, s.4 (1)
Sakarya, 8 Ağustos 2005 Pazartesi (2)
Sakarya, 9 Ağustos 2005 Salı (3)