“MEDYA ETİĞİ” NASIL BİR ŞEYDİR?

Etik kavramı neyin “iyi” ve neyin “kötü” olduğunu tanımlamaya çalışan ve olan ile olması gereken arasındaki ilişkiyi sorgulayan “ahlak felsefesi” anlamına gelir. Bu alanda çalışan ve evrensel ahlak kurallarının var olabileceğini savunan felsefeciler, kimi özel ya da nesnel kuralları tanımlamaya çalışır. Bunlar arasında da yaklaşım farklılıkları dikkati çeker. Öte yandan “iyi” ya da “kötü” adına belirli evrensel kurallar getirilemeyeceğini savunanlar da vardır. Konunun bu karmaşıklığı, medya dünyasındaki davranışları yorumlamada da kendisini hissettirir. En çarpıcı yanlış ise medya etiği konusundaki farklı görüşleri bir bütünün parçaları gibi algılamaktan kaynaklanır.

Konuyu açılmamak için ilk önce “ahlak” kavramını tanımlamak yerinde olabilir. Ahlak, en temelde, toplumsal ve kişisel vicdanla ilgili bir olgudur. Yanlış ve doğru, iyi ve kötü, erdem ve kusur ile yapılanları ve yapılanların sonuçlarını değerlendirme ile ilgilidir. Ahlak, insanın manevi özellikleri, huyları ve bunların etkisiyle ortaya koyduğu iradeli davranışlar bütünüdür.
Etik ise, insan davranışlarını ahlak koşulları içinde araştıran, savunan ya da eleştiren felsefe dalıdır. Etiğin konusu ahlaktır ve sorunsalı da ahlakın açıklanması ve buna bağlı olarak ilkelerin saptanmasıdır.

ANTİK YUNAN’DAN GÜNÜMÜZE

Tarih boyunca ahlak konusundaki anlayış ya da yaklaşımların farklılık gösterdiği dikkati çeker. Örneğin Antik Yunan çağının ahlak anlayışı, bireyci bir yapıya sahiptir. Bu anlayış içinde, bireysel eylemlerin amacı “mutlu olmak” şeklinde tanımlanmıştır. Sokrates bilginin ahlaksal eylemlerin kaynağı olduğunu savunur ve ona göre yanlış eylemlerin kaynağı bilgisizliktir. Bilgisizlik, iyiyi kötüden ayıramamaktır. Kimse kötüyü isteyerek yapmaz ve insan her zaman iyiyi ister.
Birey ile birlikte toplumun mutluluğunu temel alan toplumcu ahlak anlayışı ise insanı merkeze alır. Bu mutluluğa eksiksiz olan ideal devlette erişilir. İnsanların ahlak bakımından olgunlaştırılması devletin asıl amacı olarak görülür.

Aristo’ya göre insan aklı, bireyin ahlaki tutum ve davranışlarında doğrudan ve işlevsel bir öneme sahiptir. Comte’a göre ahlakın temel ilkesi başkaları için yaşamaktır. Ona göre insanın başlıca kusuru bencilliktir. Ahlak ise bu bencilliği dizginler. Durkhaim, ahlak kurallarının amacının kişileri uyumlu olarak birbirlerine bağlamasını, başkasını düşünerek yapılan her hareketin ahlaklı olduğunu savunur. Ahlak anlayışının toplumdan topluma değiştiğine fark eden sofistler ise göreceli anlayışı benimsemiş, bunun için genel geçer kuralları reddetmiş, hatta bilimsel bilginin de asıl olmadığını savunmuştur.

ÖDEVCİ YAKLAŞIM

Bu eski ahlak yaklaşımları dışında günümüzde üzerinde durulan en önemli iki yaklaşım, ödevci ve yararcı ahlak anlayışlarıdır. Felsefeye “ödev” ya da “görev” ahlakı kavramını Immanuel Kant (1724-1804) kazandırmıştır. Akıl ve ahlak arasında bağ kurarak ahlakı insana özgü temellere oturtmaya çalışan Kant, her zaman, her yerde, herkes için geçerli, asla zıtlık oluşturmayan ahlaki değerlerin ne olduğunu bulmaya çalışmıştır. Kant’a göre, salt akıl yolu ile iyinin hedeflenmesi ve bu doğrultuda davranılması insanı ahlak yolundan ayırmayacaktır.

Ödevci ahlak anlayışına göre, ahlaki eylemde önemli olan amaçlanandır. Bu nedenle hiçbir amaç kullanılan etik dışı bir aracı haklılaştıramaz. Kişi salt olarak iyiyi hedeflemekle yükümlüdür. Eylem, ancak iyinin istenmesi ile oraya konulmalıdır. Bu anlamda en önemli formül şöyle tanımlanmaktadır: “Öyle davran ki, davranışının evrensel bir yasa (kural) haline gelmesini arzula”.

Gazetecilik ya da habercilik mesleği açısından ise ödevci ahlak anlayışı; bir haberin ortaya çıkaracağı sonuçlarla değil, haberin yapılma amacı ile ilgilenmesi açısından dikkati çeker. Gazeteci eğer aklının emrettiği doğrulara her zaman uyarsa ve eğer bu doğrular her yerde ve zamanda geçerli olursa, ödevci anlayışa göre etik davranış gerçekleşmiş olur. Ayrıca gazeteci, hiçbir koşulda hiçbir amacın aracı haklılaştırmayacağı için her koşulda doğruları yazmak ve doğru araçları kullanmak yükümlülüğündedir. Örneğin gizli kamera kullanmak bu anlamda “sakıncalı” olarak yorumlanabilir.

YARARCI YAKLAŞIM

Yararcı felsefe ise 18’inci yüzyılda İngiltere’de ortaya çıkmıştır. Maddeci yaklaşım bu felsefe sisteminin temel hareket noktasını oluşturduğu için, yararcı felsefe, nesneleri sağladıkları yarar temelinde ele almıştır. J. Bentham’ın (1748-1832) temellerini atıp, John Stuart Mill’in (1806-1873) geliştirdiği yararcılık öğretisine göre tek ölçüt yarardır. Bunun da anlamı olabildiği kadar çok insanın, olabildiği kadar çok mutluluk sağlamasıdır.

Ahlakı bencillik ve kişisellikten uzaklaştırarak toplumcu ve sonuçların toplum içindeki çoğunluğa bakılarak değerlendirilmesini savunan yararcı anlayış, en üstün iyinin yarar olduğunu savunur. İyi ile kötüyü ayırmada yarar ilkesini ön plana çıkartır ve ölçüyü, yarar ölçüsü olarak tanımlar. Toplumsal duyguların sürekli geliştiğini savunan yararcı anlayış, ahlak anlayışının da bu gelişime ayak uydurması gerektiği, sürekli yenilenerek ve güçlenerek kalıcı bir niteliğe ulaştığını iddia eder.
Ödevci yaklaşımın aksine yararcı yaklaşım; amacın değil, sonucun önemli olduğunu vurgular. Önceden belirlenmiş kural ve ilkelerden çok sonuçlarla ilgilenir. Doğru ile yanlışı belirleyen şeyin amaçtan çok, sonuç olduğunu kabul eder. Yararcı anlayışın en önemli davranış formülü şudur: “En çok insan için en büyük mutluluğu sağlayan davranış etik davranıştır.”

Gazetecilik mesleği anlamında da yararcı yaklaşım, haber yaparken haberin doğurabileceği sonuçların önceden düşünülüp, kararın bu çerçevede verilmesi gerektiği anlamına gelir. En çok bireyi, en çok mutlu edecek haber, gazetecilikte etik davranışın ölçütüdür. Buna göre kamu yararı, bireysel yarardan önce gelir. Saklanması gereken bilgi, kamu yararı ciddi biçimde gerektirmedikçe yayımlanmaz. Ancak kamu yararı büyükse her tür bilgi kaynağının rızası dışında da yayınlanabilir. Bu durumda kaynağın hakları, kamu haklarına göre ikincil plandadır. Bu anlamda da örneğin gizli kamera kullanılması “kamu yararı” ölçütü çerçevesinde “kabul edilebilir” görülür.

AHLAK, DİN VE HUKUK

Öte yandan ahlak kurallarının din ve hukuk kurallarıyla yakın ilişkisinden de söz etmeden geçmek olmaz. Ahlak ve din arasındaki ilişkide temel farklılık bireysel vicdan serbestliği noktasında ortaya çıkar. Kişinin iradesi dışında oluşturulmuş olan din kuralları değişmez ve itaat zorunluluğu içerir. Dinin ilahi yaptırımına karşın, ahlakın yaptırımı tamamen vicdanidir. Hukuk kuralları açısından ise bu ilişki bir görüşe göre şu şekilde özetlenebilir: “Hukuk kuralları, yaptırıma bağlanmış ahlak kurallarıdır”. Dolayısıyla ahlak kurallarına birtakım yaptırımlar getirilmeye başlandığında bunların hukuk kurallarına   dönüşmeye başladığı da söylenebilir. Çünkü etik kurallar, emretmekten çok öneri getirir ve rehberlik etme amacı güder.

Ayrıca etik konusunu siyasal, ekonomik ve toplumsal boyutları ile de irdeleyerek daha geniş bir pencereden bakmak da gereklidir. Örneğin medya etiği tartışmasında, farklı siyasal ya da ideolojik yaklaşımlar mevcuttur. Farklı medya rejimleri arasında medya etiği olgusuna en yakın duran yaklaşım, 1947’de Hutchins Komisyonunca “Özgür ve Sorumlu Basın” raporuyla ilan edilen ve kamunun bilme hakkına odaklanan “Toplumsal Sorumluluk” yaklaşımıdır. Medyanın sorumluluğu bağlamında özdenetim mekanizmaları gündeme gelmiştir. Diğer taraftan da basın özgürlüğü tartışmaları bütün bu tartışmaların beraberinde kendisini hissettirmektedir.

Konuyu daha iyi aydınlatmak adına, ülkemizde hem felsefe, hem de iletişim bilimi alanında yazılmış pek çok eser kaynak gösterilebilir. Örneğin medya etiği bağlamında; piyasada bulunabilecek çalışmalar olarak, Atilla Girgin’in “Yazılı Basında Haber ve Habercilik Etik’i”, Bülent Çaplı’nın “Medya ve Etik”, Murat Özgen’in “Gazetecinin Etik Kimliği”, Rıdvan Bülbül’ün “İletişim ve Etik” adlı kitapları ile Sevda Alankuş’un editörlüğünde yayımlanan “Habercinin El Kitabı Medya, Etik ve Hukuk” adlı kitapta farklı bilgi ve tartışmalara ulaşılabilir. Ayrıca dilimize çevrilmiş kimi yabancı yayınlar da mevcuttur. Bunlar dışında genel gazetecilik konusundaki kimi kitaplarda da etik konusuna değinilmektedir. Örneğin, Halil İbrahim Gürcan ile birlikte yazdığımız “Haber Toplama ve Yazma” adlı kitapta bu konular daha ayrıntılı bir şekilde ele alınmaktadır.

ANAYASA YA DA CEZA YASASI DEĞİL

Sonuç olarak etik konusundaki farklı yaklaşımlardan hareketle; medya ve etik üzerine gerçekleştirilen tartışmalarda dikkati çeken kimi yanlış anlamaların aksine, “medya etiği” denildiğinde akla gelebilecek herkesçe kabul edilen, ortak ve tek bir metin ya da kurallar listesinin varlığından söz etmek pek de mümkün değildir. Bu nedenle, örneğin, etik kurallar Anayasa’nın maddeleri değildir. Örneğin Ceza Hukuku’nun, her bölümü birbirinden ayrı konuları ele alan ve bir bütünün parçaları şeklinde algılanabilecek ayrı kanun maddeleri de değildir. Kanun maddeleri gibi sıralı, herkesçe kabul edilmesi gereken, uyulmadığı takdirde hukuksal yaptırımlar içeren, kesin ve değiştirilemez kurallar ise hiç değildir.

“Medya etiği” ya da “basın ahlakı” kavramları çerçevesinde incelendiğinde dünyanın farklı ülkelerinde çok farklı uygulamalar dikkati çeker. Türkiye’de de aynı alanda birden çok çalışmanın varlığı söz konusudur. Örneğin günümüzde, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin birkaç sayfayı bulan ve çeşitli ara başlıklara sahip “Hak ve Sorumluluk Bildirgesi” ve Basın Konseyi’nin 16 maddelik “Basın Meslek İlkeleri” dışında kimi yayın kuruluşlarının da kamuoyuna ilan ettiği “kendine özgü” kimi “yönetim ve yayın ilkeleri” mevcuttur. Kimi ortak noktalar bulunsa da “ayrıntıda” ve kimi noktalarda bunlar arasındaki farklılıklar önemli sayıdadır. Öte yandan kaç maddeden oluşursa oluşsun, sınırlı sayıdaki ilkelerle sınırsız sayıdaki insan davranışını değerlendirmek ve bu değerlendirmeyi “yeterli” bulmak ve böylece “vicdanları rahatlatmak” da kimi yönleriyle eleştirilebilir bulunabilmektedir.

Dolayısıyla, genel anlamda “medya etiği” denildiğinde, bu kabullerden hangisinin anlaşılması gerektiği üzerinde herkesçe kabul edilmiş bir görüş birliği “henüz” mevcut değildir. Başka bir deyişle, birbirinden farklı noktaları bulunan tüm yaklaşımları “medya etiği” başlığı altında ve sanki birbirlerinin eksik yönlerini tamamlayan “ilkeler bütünü” gibi tanımlamak; kanımca, “doğru” bir yaklaşım değildir.

-------------------------------

10.07.2006
http://www.dorduncukuvvetmedya.com/article.php?sid=6577