INDIANA’DAN İSTANBUL’A TRAFİK MANZARALARI

Türkiye’de en çok şikâyet ettiğim konulardan birisi trafik. Öteden beri, gerek medyanın, gerekse siyasilerin ve gerekse yöneticilerin konuya gereken önemi göstermediklerini düşünüyorum. Onun için de gittiğim her yerde trafiğe ve sokaklara dikkat etmek en büyük âdetim…

Yurt dışına ilk gittiğimde altı ay kadar süren Amerika ziyaretinden sonra Türkiye’ye döndüğümde, havaalanından çıkmadan çukur yola dalan otomobilimiz hem sarsılmış hem de bizi sarsmıştı. Bu sarsılma sanki “Türkiye’ye hoş geldin” der gibiydi. Daha sonra da yurt dışı seyahatlerimde, gittiğim yerle bizim trafik adetlerimizi karşılaştırır oldum. Bu kez ülkemizden bir grup akademisyenle birlikte ABD’de Indiana’ya konuk olduk. Benim ABD’ye dördüncü ziyaretimdi ve bu kez de dönüşte farklı bir şok yaşadık…

INDIANA MACERASI

Indiana havaalanında sekiz arkadaş büyük bir araç kiraladık. Şoförlük ise bana düştü. İlk kez gittiğimiz Bloomington’ı hiç yol bilmeden kolayca bulabilmemizi ve orada istediğimiz yere ulaşabilmemizi avuç içi kadar yol bilgisayarına borçluyuz.

Bir depo benzin yaklaşık 50 dolar. İki yıl öncesine göre önemli bir artış dikkati çekiyor. Ancak Türkiye ile karşılaştırıldığında oldukça ucuz.

İlk söylenmesi gereken uygulama sanırım yolda hız kesme amaçlı yükseltilerin olmaması. Bunun yerine yollarda yeteri kadar trafik işareti ve bu işaretlere uyan insanlar var.

Bizden farklı bir uygulama olarak mahalle aralarında, trafik ışıklarının bulunmadığı neredeyse her köşe başında yolu kesen kalın çizgileri görüyorsunuz. Bu çizgiler şu anlama geliyor:

“Bu çizginin önünde ‘tamamen’ dur. Yani, yavaşlayıp geçme, tamamen dur. Sonra, sağa ve sola bak ve yol boş ise geç. Eğer senden önce kavşağa gelmiş ve çizginin önünde bekleyen başka bir araç varsa bekle ve ona yol ver. Senin sıran geldiğinde kavşağa senden sonra gelen diğer araçlar da sana yol verecektir”.

Şehir içinde hız limiti kimi yerlerde 15 mile kadar düşüyor. Bir de kavşaklarda durduğunuzu hesaplarsanız, mahalle aralarında hızlı gitmek pek mümkün değil. En sık gördüğümüz trafik levhaları hız limitlerini gösteriyor. Şehirlerarası yollarda bu limit 60 mile kadar çıkıyor. Araçların çoğu otomatik vites ve hız kilit ve kontrol sistemli olunca trafikte durup kalkmak, sabit hızda ilerlemek ve dolayısıyla araç kullanmak pek de zahmetli olmuyor.
Bütün yollarda trafik kurallarına ilişkin çizgiler belirgin bir şekilde görülebiliyor. Nereye park edilebileceği, nereye edilemeyeceği, hatta acil durumlarda itfaiyenin nereden geçeceği de yol kenarlarına çizilmiş farklı renkteki çizgilerle belirlenmiş durumda. Nereden, hangi hızla, nereye gideceğini yoldaki uyarı işaret, çizgi ve levhalardan kolaylıkla öğrenilebiliyor.

Önemli farklardan birisi de trafik ışıkları. Işıklar bizdeki gibi kavşakta durduğumuzda hemen sağımızdaki köşede değil, yolun karşısında ve herkesin görebileceği yükseklikte asılı durumda. Kavşakta çizginin önünde durup, karşıdaki trafik işaretine göre hareket etmek gerekiyor. Ayrıca her trafik ışığının yanında sokak adlarını görebilmek mümkün. Işık olmayan yerlerde de tüm kavşaklarda tüm sokakların adları yazılı durumda.

EN ÇOK HARİTALARI SEVİYORUM

ABD’de en çok insanlara rehberlik etme amaçlı haritaları seviyorum. Bizde niye yok diye hayıflandığım noktalardan birisi de bu. Daha havaalanından çıkmadan şehrin tüm sokaklarını gösteren ve kolay okunabilen haritalara ulaşabiliyorsunuz. Şehirdeki önemli bazı yerlerde ve turizm ofislerinden de harita temin edebiliyorsunuz. Bunlarda otobüs duraklarını ve güzergâhlarını, kimi ayrıntılı haritalarda otobüslerin ana duraklardan hareket saatlerini dahi görebiliyorsunuz. Ancak gitmek istediğiniz yeri bulabilmek için az - çok harita okumayı öğrenmek gerekiyor…

Şehre ilk kez gelen ve otobüsleri kullanmak isteyen birisi için harita olmasa bile tüm duraklarda o duraktan geçen tüm otobüslerin şehir planı üzerinde güzergâhlarına ilişkin haritalar ve harekât saatlerine ilişkin bilgiler bulunuyor. Hatta kimi otobüslerde şehirdeki tüm güzergâhlara ve hareket saatlerine ilişkin dergi boyutunda bilgilendirici yayınlar bedava dağıtılıyor. Kimilerinde ise tek hattı konu alan güzergâh haritası ve hareket saatlerini içeren broşürler bulunuyor. Sanırım bizim de en çok örnek almamız gereken noktalardan birisi bu. Belediye başkanlarına ve de adaylarına şiddetle bu örnekleri incelemelerini tavsiye ederim…

Bir de emniyet kemerlerinden söz etmeliyim. Kemer takmadan trafiğe çıkan görmedim. Hatta ev arkadaşımın otomobili otomatik emniyet kilidi sistemine sahipti. Emniyet kilidinin bir ucu otomobilin kapısında hareket ediyordu ve koltuğa oturup kapıyı kapattığınızda bağlanmış oluyordu. Diğer araçlarda da emniyet kilidini takmadığınıza ilişkin uyarı sinyallerini duyuyorsunuz. Bu alışkanlık bir süre sonra kontağı çevirmek kadar doğal bir eylem haline geliyor.

KURALLARA NİYE UYULUYOR?

Peki, trafik kuralları, uyarı işaretleri bizde de var. ABD’deki gibi olmasa da var. Ancak neden bizde kural ihlalleri çok daha fazla? ABD’de her köşe başında bir polis mi var? Cezalar mı çok ağır? Neden insanlar kırmızı ışıkta geçmiyor, hız limiti 15 diyorsa, 20 ile gitmiyor? Hele de onların hızını kesecek yolda hiçbir engel yokken ve yollar bizde olmadığı kadar düzgün ve hız için elverişli iken…

Bilmiyorum… Bu sorunun birden çok yanıtı olduğunu düşünüyorum. O kadar çok trafik polisine rastlamadım. Ancak trafiği izleyen kameralar olduğunu biliyorum. Arkadaşlarla konuştuğumda, yanlış park cezasının yarım depo benzine eş değer olduğunu, trafik suçu için mahkemede hakim karşısına çıkıldığını ve hakimlerin ilk suçta eğitime, ikinci suçta “akılla ilgili” bir sağlık kuruluşuna gönderme yetkisi olduğunu söylüyorlar.
Ancak edindiğim izlenim, araç kullanırken yola adımını atan bir yayaya yol verme adabı gibi biraz görgü, biraz anlayış ve biraz da toplumsal terbiyenin de bu düzende payı olduğu şeklinde…

PARİS BİZE DAHA ÇOK BENZİYOR

Gezimizin ikinci durağında Paris’e gittik. Türkiye’ye doğru yaklaştıkça trafiğin de bize benzemeye başladığı izlenimim biraz daha pekişti. Çünkü ilk kez geçen yıl Münih’teki trafiği görünce bu fikre kapılmıştım. “Ne de olsa burada da bizim insanlarımızın sayısı az değil” diye düşünmüştüm. Paris’te de bize benzer manzaralara rastladım…

En unutamadığım görüntü, yolun ortasına park etmiş araçtı. Sabahın erken saatlerinde bir otomobil yolun ortasında park etmiş duruyordu. Ciddi bir park sorununun yaşandığı kentte otomobiller park kolaylığı açısından hem küçüktü, hem de olmadık yerlere park etmiş durumdaydı. Amerikalıların “büyük” sevdası karşısında Paris, “minik” otomobillerin kentiydi. Hemen hemen her sokakta sağlı sollu mümkün olan her yere park etmiş araçlarla dolu şehir merkezinde, “park edilmez” levhaları “bizdeki gibi” algılanıyordu.

Bir sabah bayan trafik polislerini bir otomobile ceza yazarken gördüm. Otomobil sahibi ile tartışma halindeydi. Sanırım kısa süreli bu yanlış parkın nedenini çözmeye çalışıyorlardı. Ancak cezadan kurtulamadılar.
Park ücretlerinden söz etmedim… Amerika’da iki saat için üniversitenin yakınındaki bir park yerine sekiz dolardan fazla ödedim. Gecelik tüm gün park ise kimi yerlerde beş dolardı. Park makinelerinin olduğu yol kenarındaki yerlere ise daha ucuza park edebilme şansınız var. Indianapolis’te ise haftasonu yolu üzerindeki tüm park yerleri ücretsiz. Ancak hafta içi günlerde görevliler ellerinde ceza kesmeye yarayan otomatik makinelerle sürekli park yerlerini kontrol ediyor ve “bilet” kesiyorlar.

BİR KEZ DAHA “MERHABA”…

Biraz da İstanbul’a dönüşümüzden ve yaşadığımız şoktan söz edeyim. Gece yarısına doğru son araçla terminale ulaşıp, Eskişehir’e giden son otobüsü yakalamak için biraz koşturduk. Terminalde asker uğurlama merasimi vardı. Belki de terör şehitleri nedeniyle bu kez daha önce görmediğim bir coşku yaşanıyordu. Hınca hınç kalabalığın arasında zor bela otobüsümüzü bulup valizlerimizi teslim edebildik. Otobüsün adeta kalabalığı yararak terminalden ayrılması ayrı bir maceraydı. Kalabalık sürekli otobüsü yumrukluyor, asker olacaklar tekrar tekrar otobüsten indirilip ya da otobüsün içinde selam verdirilip İstiklal Marşı okunuyor, asker babaları otobüse binip tüm otobüse yönelik duygulu konuşmalar yapıyor, vedalar ediliyordu. Dünyada örneği olmayan, belgesellere konu olacak, coşkulu ve oldukça farklı bir merasimdi.

İşin trafikle ilgili yanına gelince... Otobüsün şehirdeki hareket noktalarına uğrayıp her yolcu alışında benzer manzaralara şahit olduk. Ancak Anadolu yakasından son aldığımız yolcularla birlikte hem asker uğurlayan ailelerin otomobilleri ve hem de ticari taksiler bizi takip etmeye başladı. Çevre yolunda birkaç kez önümüzü kestiler, aniden hız kesmek zorunda kaldık. Bunlardan birinde yolcular ayağa kalktı. Bir sağa, bir sola yalpalayarak gösteri yapan otomobile çarpmamak için şoförümüz yoğun çaba gösterdi. Hatta bir ara atlattığımız kaza tehlikesi karşısında otobüsten kızgın sesler yükseldi.

Kozyatağı yol ayrımına dek bizi takip eden üç ticari taksi ve otomobillerde erkekli kadınlı çocuklar, gençler ve yaşlılar pencerelerden sarkıyor, el sallıyor, bağırıp çağırıyordu. Gece yarısından sonra çevre yolunda kornalar susmuyordu. Yol ayrımına gelindiğinde üç taksi, üç otomobil ve bir minibüs yolu trafiğe kapattı. Tartışma çıktı. Kavga an meselesiydi. Sinirler gerilmişti. “Polis çağıralım” diyenler oldu. 155 arandı, durum anlatıldı.

Bu arada yolu kapatan kalabalık otobüsteki yakınlarını otobüsten indirip hep birlikte İstiklal Marşı okumak istedi. Bu duruma kızanlara da bunun bir gelenek olduğunu, hep böyle yaptıklarını ve neden kızıldığını anlamadıklarını içeren öfke dolu sözler sarf ettiler. İçlerinde sarhoş olduğu izlenimi verenler vardı. Polis beklendi. Gelen olmadı. Daha sonra İstiklal Marşı’nı hep bir ağızdan okuyan kalabalık hızla araçlarına binerek olay yerinden uzaklaştı. Biz de yolumuza devam ettik.


Bir kez daha Türkiye’ye işte böyle geldik… 


06.06.2007
http://www.dorduncukuvvetmedya.com/dkm/article.php?sid=8595