Türkiye’deki
siyasal iletişim atmosferini tanımlayacak, medyadaki görünümü açıklayacak,
seçmen davranışlarının doğası hakkında bilgi verecek, istenilen kişiyi
istenilen partiye oy verdirmeyi sağlayacak sihirli bir formül var mı? Siyasal
iletişim üzerine bilinenler büyük fotoğrafı açıklamakta yeterli mi?
Sanmıyorum. Bilebildiğim kadarıyla böyle bir formül, teknik ya da kuram henüz
“icat edilmiş” durumda değil. Ancak siyasal atmosferin çeşitli bileşenlerine
ilişkin ve bana göre sınırlı bir takım bilgilerden söz etmemiz mümkün.
GÜNDEM: SEÇİMLER
Son zamanlarda siyasal iletişim, medya ve seçimler, seçmen
davranışları konularında çeşitli toplantılara katılıyorum. Katıldığım ilk
toplantı, Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin ev sahipliğinde
gerçekleştirildi. Bir atölye çalışması olarak toplantıda siyasal iletişime
yönelik kuramsal yaklaşımlar konuşuldu. Ardından da Anadolu Üniversitesi
tarafından İstanbul’da organize edilen “Kent Rehberi” isimli söyleşilerden
birinde “Kent, Seçimler ve Medya” konusunda bir konuşma yaptım. Bu arada bir de
medyanın gündem belirleme gücü konusunda Hacettepe Üniversitesi İletişim
Fakültesi’nin düzenlediği seminere konuşmacı olarak katıldım. Lisansüstü öğrenim
gören öğrenci ve araştırma görevlilerine, medyanın etkileri üzerine en çok
araştırma yapılan alanlardan birisi olan gündem belirleme yaklaşımı hakkında
bugüne dek yapılmış çalışmalar ve ulaşılmış sonuçlar hakkında bilgiler verdim.
Siyasal iletişim konusundaki Galatasaray Üniversitesi’ndeki
toplantıda, Türkiye’deki seçim tartışmalarının gölgesinde, Fransa başta olmak
üzere Avrupa Birliği üyesi ülkelerdeki seçim atmosferini ve siyasal iletişimi
konuştuk. Toplantıda özetle, bugüne dek okuyabildiğim ve kendi yürüttüğüm
araştırmalardan hareketle ulaştığım sonuçlardan ve aradığım yanıtlardan söz
etmeye çalıştım. Sonuç olarak ise yapılan tüm araştırmaların ancak büyük bir
filin kulağını, gözünü, kuyruğunu ortaya koyabildiğini ve büyük fotoğrafın
görüntüsüne ulaşmanın pek de kolay olmadığını belirttim.
“BÜYÜK FOTOĞRAF”
Kişisel olarak, ülkemizde siyasal iletişim ve medya konusunda
yapılan çalışmaların büyük çoğunluğunu aynen küçük su damlaları gibi gördüğümü
ifade etmeliyim. Bu nedenle büyük fotoğrafı açıklamakta ya da oradaki önemli
bir detayı ortaya koymakta yapılan çalışmaları ve çalışma sayısını pek de
yeterli bulamıyorum. Hatta bunların kimileri bir araya getirildiğinde
“birbirinin etkisini azaltıcı ya da çelişkiye düşürücü” diye de düşünüyorum.
Yine kişisel olarak, siyasal ortamı geniş bir perspektifle
değerlendiren, bu ortam içerisinde medyanın rolünü diğer unsurlarla birlikte
açıklayan, seçmen davranışının doğasını ülkemize özgü nitelikler çerçevesinde
tanımlayan bilimsel çalışmalara büyük bir ihtiyaç duyulduğu hissine sahibim. Bu
bağlamda da özellikle alan araştırmalarının yetersiz düzeyde olduğu kanaatini
taşıyorum.
Örneğin İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana düzenli olarak
yürütülen bir kamuoyu araştırma geleneğinin elde ettiği bulguların yanına
“bizde de şöyle bir veri var” diyebileceğimiz bir araştırma geleneğimiz ne
yazık ki bulunmuyor. Üzerinde konuştuğumuz yaklaşım ya da kuramlar, çoğunlukla
gelişmiş ülkeler tarafından üretilmiş fikirler ve bunların bizim toplum ve
kültürümüzde “bire bir” karşılıklarının olup olmadığını araştıran çalışma
sayısı oldukça az. Bununla birlikte araştırma yerine daha çok tartışabiliyoruz.
Yapılmış sınırlı sayıdaki çalışmayı da bir ya da iki adım öteye taşıyarak
açıklayabilecek araştırma devamına da sahip değiliz.
Daha birçok örnek verilebilse de hepsinin öncesinde, ülkemizdeki
gazetelerin tirajlarını biliyoruz ama seçmenlerin bu gazeteleri ne kadar
okuyup, nasıl etkilendiklerine ilişkin yeterli ve doyurucu bir açıklamaya sahip
değiliz. Örneğin televizyon programlarının reyting oranlarını biliyoruz ama
seçmenlerin bu programları hangi gözle, ne kadar izlediklerinden o kadar da
emin değiliz.
“BİR DOĞRU İÇİN EN AZ İKİ NOKTA GEREKİR”
Yapılmış çalışmaları bir araya getirip baktığımızda üzerinde
uzlaşılmış bir genellemeye varmakta güçlük çekiyoruz. Dolayısıyla biraz da
özellikle benim aradığım “bir doğru çizebilmek için gerekli ikinci ve belki
daha sonraki noktaları oluşturacak” niceliksel bulgular, bana o kadar da net
gelmiyor.
Örneğin son seçimlerle ilgili gelişmelere bakıp, elimizdeki
bulgularla yorumlamaya kalktığımızda kanımca, yanıtlar tam olarak yerine
oturmuyor.
Örneğin Cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşadığımız süreç, erken
seçim kararı, laiklik ve irtica tartışmaları, 28 Şubat’tan günümüze ulaşan
tartışmalar, iktidar partisinin uygulamaları, seçmenin iktidarın icraatları
hakkındaki kanaatlerinin nasıl oluştuğu, medya dünyasında son 10 yılda yaşanan
değişim, ülkenin ekonomik düzeyindeki durum, Amerikan dolarının neden
gerilediği ve şu anda 1,30’lu seviyelerde bulunduğu, dış konjonktür, Irak’ta
yaşanan gelişmeler, PKK terörü, Güneydoğu’da yaşananlar, İstanbul’da patlayan
bombalar, Emniyet güçlerinin tutum ve davranışları ve daha sayamadığım nice
olay acaba “büyük fotoğrafın” hangi parçalarını oluşturuyor?
Hep daha büyük fotoğrafı aradığım için de okuduklarım bana
yeterince “doyurucu” ve “açıklayıcı” gelmiyor. Kimi “büyük” açıklamalara da
kuşku ile yaklaşıyorum. Bunların kimilerine “komplo teorileri” denildiğini de
belki de duyuyorsunuz. Bunlar arasında doğruluk ya da yanlışlıklarına kısmen
kanaat getirebildiklerimi arkadaşlarımla tartışıyorum. Prof. Dr. Ahmet Taner
Kışlalı’nın da şu sözünü hiç aklımdan çıkarmıyorum:
“SİYASAL YAŞAM”
“Siyasal yaşam denildiğinde ilk akla gelen siyasal ortamdır.
Nasıl ki güneş, hava ve su bulunmayan yerde bitki olmazsa, belirli koşullar
bütününden soyutlandığında siyasal yaşam da düşünülemeyecektir.”
Bu söze kişisel olarak şu soruyu ekliyorum: Ortalığı
istenilmeyen sarmaşıklar sarmışsa, suç tohumun mudur, toprağın mıdır, güneşin
midir, suyun mudur, bahçıvanın mıdır, bahçenin sahibinin midir? Yoksa tek
başına hiçbirinin midir? Yoksa hepsinin midir?
Sonuç olarak bu yazıda “büyük fotoğrafı” daha net bir şekilde
ortaya koyabilmek adına siyasal iletişim alanında yapılması gereken ve ihtiyacı
hissedilen daha birçok araştırma bulunduğunu anlatmaya çalıştım. Bir sonraki
yazıda siyasal iletişimin “bilinen” belli başlı noktalarına yer vereceğim ve
belki bunlar da bu yazının en başında soruduğum sorulara bir anlamda ışık
tutacak.
15.06.2007